Paylaş
Öyle enternasyonal bir “yatak”tı ki o.
"Yerli Emmanuelle"leri, kendi "milli" senaryolarını doğurdu.
Çarşafını gelenekler, atasözleri, hatta erkek devleti serdi o yatağın.
Askerde, otoritenin o en göz açtırmayan halinde bile “serbestti” o kadınlar.
Eratın önünde, nöbetçi subay gözetiminde, gariban kızların anadan üryan kaldığı “Aç aç” geceleri mi dersin.
Tuvalete, “ortak kullanıma” bırakılan, Pazar, Yıldız dergileri mi...
* * *
Askeri birliğin açıkhava sinemalarında, filmin arasına atılan erotik, bazen porno “parça”larla savaşma sanatını öğrendi, genç erkekler.
Hep beraber yemin eder gibi, “Ne parça, nefis parça” diye mırıldandı, kimbilir kaç genç nesil. Birlikte, gıcırdadı ranzalar...
"At, avrat, silah”tan ibaretti sonuçta, özlenen savaşcının profili.
* * *
O filmlerin, o mecmuaların kadınları vardı.
“Vamp kadın”dı adları, vampirlerin lisanında...
Vamp kadın günahkardı, vampirin hiç suçu yoktu ama.
Kanın toplandığı mıntıkası, tabiatı, inşası, yaradılışı öyleydi çünkü erkeğin.
N’apsındı...
* * *
70’lerin ikinci yarısında “sosyal içerikli film”lere baskının, sansürün katmerlisini uygulayan devlet, Yeşilçam’ın seks filmleri furyasına kasıklarını kaşıya kaşıya göz yumdu uzun süre.
Onu değil, bunu seyretsindi millet.
Akılları, fikirleri belden yukarı çıkmasındı.
Öyle “erkek”tiler ki, darbelerini yapıp da, kadın tutukluların “cop vasıtasıyla” işkenceye, tecavüze uğradığı fısıltıları yayıldığında...
Paşalardan biri, “İşkencede niye cop kullanalım, taş gibi delikanlılarımız var” bile dedi, ulu orta. Partilerine genel başkan yaptılar.
* * *
Yeşilçam’ın seks sineması deyince...
Çekilen filmler erkek dünyasının belgeseliydi zaten.
“Hayvan belgeseli” yoktu o zaman... Boşluğu, neredeyse tümü çeşitli tecavüz hikayelerinden oluşan filmlerdeki, hayvani fanteziler doldurdu.
Öyle ki, seri “Tecavüzcü Coşkun” tiplemesi, sempatik bir figür olarak yerleşti(rildi) hayata.
O filmlerde -az ya da çok- rol olan erkek oyuncular, tiyatrocular; Ali Poyrazoğlu, Tamer Yiğit, Bülent Kayabaş, Hadi Çaman, Aydemir Akbaş, Yalçın Gülhan, Yılmaz Köksal, Rüştü Asyalı, Kazım Kartal... Daha niceleri...
Kimliklerinden, itibarlarından bir şey kaybetmediler.
“Türk sinemasının zor günleriydi, ekmek parası işte” denildi, geçti.
Öyleydi de, belki... Yaşamayan bilemez.
* * *
Ama aynı filmlerde oynayan kadınlar, ömürleri boyunca kurtulamadı, kendilerine biçilen “o rol”den. Erkeğin ki "rol"dü aslında, kadınların ki "karakter"...
Etiketlendiler, erkek ıstampasında sabit mürekkeple damgalandılar.
Halen yaşayanlarını, bir kuytuda unutulmayı umarak yaşlananlarını düşünerek, isimlerini saymam “zulmün devamı” gibi geliyor bana.
Ama kaynaklarda “Kadersiz Trio” olarak yer alan ve bugün aramızda olmayan üçünü anmak istiyorum.
* * *
Bunu bir “iade-i itibar” meselesi gibi algılamayın sakın.
Bakın kadına yönelik artarak süren şiddet tefrikalarına...
Öyle bir itibar, bizde var mı ki, başkasına verelim.
Hem onların, ne zaman istersek o zaman “yatağımıza” attığımız/fırlattığımız o kadınların, bizim vermeye yelteneceğimiz bir itibara da ihtiyacı yok.
Onlar artık ebediyen kendi yataklarında uyuyorlar.
Yarın devam edeceğim. Dilerim, uykumuz kaçar.
Paylaş