Paylaş
Saçlarını zapteden tek tokayı çıkart, dökülsün bir anda saçların gibi, anıların da.
Bu şehir sana bir şey vermedi, sen aldın.
Bu şehrin kaleleri düştü, sen kaldın geriye.
Franz Kafka'nın alegorisi gibi, "Kafesin biri bir kuş aramaya çıktı" ve buldu seni bu şehir.
* * *
Madem sonbahar da geliyor; yani baharın-yazın gitme zamanı.
"Beni mi buldun Ankara" diye isyan edebilirsin.
Vefan olmasa, soyağacın olmasa, bu şehri sevmesen.
"Ankara! Bana bugüne kadar vermediğini, artık versen de istemem" diye haykırabilirsin.
Alnın olmasa da bağrın açık.
Çünkü bir şehre ihtiyacın yok artık; aşkın, yalnızlığın, mağlubiyetin altını çizmek için.
Hiç bir duygu için, hiç bir fragmana...
Yok ihtiyacın.
* * *
Reddet bu şehri, bazen reddetmenin inanmaktan daha yaman, daha ölümcül bir mücadele istediğini tüm dokularında hissederek.
Reddet ve göster.
"İşte bu!" de, yargılayan parmağınla şehri işaret ederek:
Deşifre!
Ele ver bu şehri.
* * *
Ya da masal yap artık bu şehri, ki DEV'leri yenebil.
Devlerin yenildiği masalları anlatıp, en azından bir gece uzun uzun ve rengahenk düşler görebil.
Ah, imkansız başşehir; tek sığınağın kaldı.
Tüm felsefe abidelerine yazılı, şifreli o cümle:
Hiç bir şey imkansız değildir...
E?
Reddet ve kur cümleni, o zaman.
Paylaş