Paylaş
2010 yılında verilen ödüllerin jürisi, bana sanki Harvard’dan değil bizim sokaklardan oluşturulmuş gibi geldi.
Çünkü ödüle layık bulunan hemen her buluş, bizim yüreğimize su serpen cinsten...
Ama asıl önemlisi, bizim o buluşları çok önceden icat etmiş olmamız.
* * *
Mesela IgNobel “Barış Ödülü”, küfretmenin acıyı azalttığını ortaya çıkaran İngiliz araştırmacılara verilmiş.
Sehpaya ayağını çarpınca, “Ben bu sehpanın...” diye zincirleme küfüre geçme, bizde ata geleneğidir.
Küfretmek yerine, ayağını çarpınca sehpayı tekmeleyenin kaval kemiğini kırması ise sıradan gazete haberi...
* * *
Harvard’ın Fizik Ödülü’nü ise “buz tutan yolda çorapların ayakkabı üzerine giyilmesiyle düşme sorununu çözen” Yeni Zelanda araştırmacılarına verilmiş.
E, böyle fikir hırsızlığı olmaz. Ya Türktür o araştırmacılar, ya da Türk’ü dinlemiştir.
Donunu pantolonunun üstüne giyen Superman’in patenti nasıl ABD’ninse, naylon çorabını ayakkabısının üzerine giyen Superwoman’ın patenti kesinlikle bizimdir.
Hem de kaç kuşaktır...
* * *
ABD’li bilimadamlarına verilen “Kamu Sağlığı” Nobel’i de, aslında bizim meselemiz.
Uğraşmış didinmişler, mikropların sakalda “asılı kalabileceği”ni ortaya çıkartmışlar.
Buluşlarında 11 Eylül’ün tetiklemesi var mıdır bilemiyorum ama, bizim yıllardır sakal sıvazlamamız boşuna değildir.
Bir bilgelik, “derun düşünce” tiki değil, kedi gibi temizlenme içgüdüsüdür aslında...
* * *
IgNobel alanlar arasında “yarasaların cinsel hayatının gizemini çözen” Japonlar da var. Ki, o da demode...
Biz yarasaların şahının, Batman’ın sırrını çözüp, patentinin “Batmanlı”lara ait olduğunu savunmuş, hatta Batman’e dava açmaya kalkışmış, cin fikirlilerdeniz.
Yani boşa çaba... Harvardınız vız gelir bize vız...
Paylaş