“GÖRGÜ”nün, birlikte yaşama adabının kentsel hayata yansıyan kriterleri arasında “gürültü”nün müstesna bir yeri var.
Özellikle bizde... Yıllar önce okumuştum gazetelerden. Denizli Horozu, strese girmiş gürültü kirliliğinden... Uzun ötüşüyle ünlü horoz, kentteki patırtıdan ses tellerine nodül yerleşmiş tenora dönmüş. Öyle ki, Denizli Tarım İl Müdürlüğü’ndeki çiftliği, kent dışına taşımayı bile düşünmüşler. * * * Kent yaşamı, çok yönlü bir kirliliğe mahkum ediyor insanı. Hava-su kirliliğine, görüntü kirliliğine, en çok da sokakları çöp tenekesi gören insan kirliliğine... Ancak ses kirliliği genelde gözden kaçıyor. Ankara, son yıllarda giderek artan biçimde, bu kirliliğinin kuşatmasında. Gürültü kirliliğinin en büyük kaynağı ise trafik. Denetimsiz eksozlar, öfkeli-havalı klaksonlar, yaşam alanlarının en kuytu odalarına kadar ulaşıyor. Gürültü terörü, inşaat çalışmaları, menüsü fiks-desibeli alakart eğlence yerleri, seyyar satıcılar, megafonlu anonslar, elektrikli ev aletleri, ayarsız-teneke cami hoparlörleri gibi bir çok kaynaktan besleniyor. * * * Caddeler, her biri farklı bağıran arabalarla dolu. Havalı korna yasağı deliniyor. Trafik tıkandığı, hatta duraladığı anda bir çok sürücünün ilk işi, kesintisiz korna çalmak. Seyyar satıcıların megafonla eve ulaşan “çığrı”ları önlenemiyor. Her inşaat, vurgulu çalgılarıyla kendi ritmini yayıyor sokağa. Bağırıyor kentteki her şey. Ama Ankara’nın hala “gürültü haritası” yok. Varolan yasa ve yönetmelikler de ya uygulan(a)mıyor, ya da gürültü kirliliği ile ilgili yaptırımları yetersiz. Ya bu konuda tutulmayan, unutulan vaatler? Onlar da, birikmiş “söz kirliliği” aslında.