Paylaş
Vakti geldiğinde herkes gibi görmüş olduklarından, yaşamış olduklarından minnettarlık duyarak buralardan ayrılacağını, yerini bir başkasına bırakacağını, kimsenin hiçbir yerin sahibi olmayacağını bilsin.
Yunus Emre’den bir dize hatırlasın, bu hayata ‘biraz oyalanmaya’ geldiğini farketsin.
Yunus’un ‘oyalanmak’ dediği hayatın kısacık bir parçasını inci grisi bir gölün kıyısında geçirdim.
Beni çevreleyen sükunet içimdeki sükunetle birleşti, ben sabahın solgun sessizliğine karıştım.
Küçük bir sazan balığı, bir dağ yemişi, bir zakkum çiçeği gibi o sakin güzelliğin bir parçası oldum.
Hiçbir şeyin sahibi değilim.
Bir sabah göle bakarım.
Minnettar bir sazan balığıyım.”
Ahmet Altan’ın bu satırları beni hep Eymir’e sürükler.
Kentimizin bir avuç deniz(sizlik) pansumanına...
Sükunet vardır orada ve bozkır kurağına direnen göl ve el değmemiş bir yeşil.
Vahadır hala Ankara için.
* * *
Baharda gitmiştik en son Eymir’e
Eymir’in ilk mekanlarından Orfoz Restoran’da, brunch’a...
Diğer masalar için güneş “rakı burcu”na girmiş, vakti kerahet gelmiş. Bira, şarap eşliğinde çupra, levrek, mezgit, buğulama ve şiş dil balığı, kiremitte tereyağlı-kaşarlı alabalık seçimindeyken, biz “seherde uyanmış gözleri mahmur” kıvamında birer sade kahve söylemiştik.
Kahve genelde yemeğin üstüne içilir de... Şart mıdır, değildir.
Kahvenin ağızdaki “sabah pası”nı silmesi ve bizi kahvaltıya heveslendirmesi demindeydik.
Sahanda yumurta gelmişti önce, kırmızı biber/kekikle aramolandırılmış zeytinyağı...
Sadece kahvaltının değil, herşeyin tadı yerindeydi Eymir’de.
* * *
Önümüzde çiçeklerle çevrili manzarayı, ördekler tamamlıyordu. Ama bizi yürekten gülümseten, mutlu eden manzara ise masaya gelip yemek isteyen canlılardı.
Yo kedi ya da köpek değil (onlar da başımız üzere ama), serçeler, küçük kuşlar...
Masaya, kahvaltı tabağının yanına, 30-40 santim mesafeye konuyorlardı. İlginçtir her seferinde tek bir kuş geliyordu... Nevalesini dürünce, yerini başkasını alıyordu.
Minik bir ekmek parçası atarsanız, hafif ürkek ama kaçmadan yutuyor lokmasını. Zıp zıp dolaşıyor masanın kıyısını...
İnsana kendinden başka canlılar olduğunu, onların da acıktıklarını, ürktüklerini, doyunca cıvıldadıklarını, neşelerini gösterebildiklerini hatırlattı bize.
Onun için de “vaha”dır, hatta bazen “serap”tır Eymir.
Ve bu haliyle “hafıza mekanı”dır Ankaralının.
Manşetimize bakın ve en az iki kere düşünün.
Paylaş