Ama davul artık sadece ramazanda, sahurda değil dört mevsim sokakta. On iki ayın sultanı... Mahallede düğün olur, kargalar lokmasını çiğnemeden alırsın davulla haberini. Sünnet düğününde çocuğun feryadından önce başlar; en garibanı iki gün iki gece... Gençleri askere, bazılarını “savaş”a uğurlar mehter kıvamında. Bazen dükkan, tesis filan açılışında, zurnayla birlikte... * * * Seçim zamanlarında ise, adayları davulla karşılamak adetten. Sesi varoşlardan, “uzaktan” hoş gelir... İzleriz televizyonlardan. Hangi milletvekili adayı, nerede, hangi davulcuya kaç lira bahşiş verdi. Hangi vekil, ramazan davulcusunu “euro manyağı” yaptı... * * * İşbu nedenle her seçim zamanı, siyasetin Başkenti Ankara iki kitle için çekim merkezi olur. Ve geçici bir iç göç dalgası sarar Anadolu’yu. Biri adaylar. Diğeri davulcular... Kalkıp gelirler, ta oralardan. Tam bize özgü bir kent sosyolojisi değil mi? Dum ta dum dum... * * * Aslında bazı politikacıları karşılarken değil, uğurlarken davul çalmak sıkı bir gelenek olabilirdi. Hem onların TBMM’de sıra kapaklarıyla yaptıkları “Öçal sololara” da manalı bir yanıt olurdu, tellal misali. Olurdu da... Bizim örf ve adetlerimizde başkaldırı yoktur. Sabır, tevekkül, biraz da ekzotermik miskinlik vardır. * * * Davulun “etrafa duyurulacak” her vesilede hayatı, sokağı, mahalleyi, kenti dumdumlamasında belki toplumsal özgüven eksikliğinin, ötesi paranoyanın etkisi de var. Anlatamama, sesini duyuramama korkusu... “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az” diyerek, ramazan davulu/davulcusu meselesine girecektim ama, yerim bitti. Yarına...