Paylaş
Bu mevzuda siyasette aynı isimlerde buluşmak zordur ama, sanat dünyasında herkesin "yeri doldurulamaz" saydığı isimler var elbet.
On dokuz yıl önce 24 Eylül’de TRT İzmir stüdyosundan katıldığı programda hayata veda eden “Sanat Güneşi” Zeki Müren herhalde böylesi konsensüslerin başında gelir.
Sesiyle, tarzıyla, tonuyla, hatta diksiyonuyla “bir tane”dir hâlâ.
* * *
Eşcinselliğin, tribünlerde hakemlere haykırılan kelimeyle, sadece o “küfür”le anıldığı yıllarda sahnede, her yeri kaplayan afişlerinde lame süper mini eteği, makyajı, röflesi ile tam takım endam etmiştir de...
O yargının hışmına uğramamıştır pek.
Tamam “şakayla karışık” dokundurmalar, “Tren, öpsün seni Zeki Müren”ler, fıkralar gırla gitmiştir de, “farklı” cinselliği o dünyanın haylaz ama sevilen siması olmasını engellememiştir.
Kimsenin mührünü yememiş, karantinaya alınmamıştır.
Bülent Ersoy’un sahne yasağıyla boğuştuğu, takım elbiseyle mahkemelere çıkarıldığı, "kadın davranışlı erkek sanatçıların emniyete çağrılıp uyarıldığı" 12 Eylül darbesinin bile dokunulmazıdır mesela. İddialı bir crossdresser (karşı cinsle özdeşleşmiş kıyafetleri giyen) olmasına rağmen.
Sevin-sevmeyin reva değildir Ersoy’a bu muamele, ayrımcılıktır/ayıptır bir insanın -öyle ya da böyle- bir tercihini böylesine yargılamak.
Öte yandan... Darbe dönemine inat, lakabı “Paşa” bile olmuştur Müren’in. Yıldızı kendinden...
Ve anında mizahı üremiştir:
“Paşaya Zeki Müren diyemeyince, Zeki Müren’e paşa dediler...”
Ama gülümseten bir espri gibi gelse de ayrımcılıktır, aşağılamadır sonuçta...
Kadınlara, farklı cinsel tercihleri olanlara, farklı kökenlilere, yahut hedeftekilere yönelik bu “espri”lerin altında, her zaman “öteki mizahı” yatar.
Üzerine sosu da aşağılamakla, çoğu kez argoyla, hatta küfürle yerleşir. Ve belki fazla düşünmeden kahkahalarla destekleriz böyle esprileri.
* * *
Peki... “Epey farklı” olmasına karşın, Zeki Müren’in bu toplumsal/kurumsal dokunulmazlığı acaba onun tarzından mıdır... Yoksa tutumundan mı?
Cemal Süreya “99-Yüz” kitabının ona ayırdığı bölümünde çoğu insanın pek üzerinde durmadığını düşündüğüm bir pencereden bakıyor meseleye.
Diyor ki:
“Zeki Müren gerçek dokunulmazlığa ulaştığı halde kendini saklıyor.
Eşcinselliği tam savunamadı. Hiç bir eşcinsel biseksüelliği o kadar vurgulamaz, hiç bir biseksüel de eşcinsellikle o kadar böbürlenmez.
Sanırım bu yüzden, Zeki Müren’in eşcinseller arasında yeterince bir ağırlığı yok...”
Ardından da onun eşcinselliğe “hayınlık ettiğini" savunuyor.
Ve Müren’i son 40 yılın en büyük şarkıcısı olarak nitelemesine rağmen... Ne cesur buluyor, ne de efsane...
* * *
Fikirdir Süreya’nınki, penceresi/çerçevesi kuvvetlidir.
Ben, katılayım ya da katılmayayım... Neredeyse anadan doğma/devletten olma düşünce, inanç hallerimizi değiştirmemize yahut bir an sorgulamamıza yol açabilecek böylesi farklı yaklaşımları çok önemserim.
Günahları çok ama “günah çıkartması” yok toplumumuzda, daha da önemserim.
Çünkü devrim bazen sahip çıktıklarınla değil, terk ettiklerinle devrimdir.
* * *
Zeki Müren 19 yıl önce 24 Eylül’de ayrıldı hayattan.
Sevdiğim şarkıları az değildir; “Dediler zamanla hep azalırmış sevgiler” başta olmak üzere...
Yerini de doldurulmaz bulurum.
Yani yazımı bir “Kahır Mektubu” değil, “Muhabbet Bağı” sayın.
Paylaş