Paylaş
“Artık bu sondur” derken, bu aritmetiğe önceki gece fiili bir darbe girişimi eklendi.
Hem de darbe ezberimizi bozan, etkisi-tepkisiyle...
* * *
Hafızamdaki darbelerin en flusu, o yıllarda bacak kadar çocuk olduğum için 27 Mayıs.
İki şey hatırlıyorum sadece:
İlki camları sarsan jet sesleri, diğeri Kızılay’daki kalabalık...
* * *
Darbelere dair kronolojimin ilk sırasına yerleşen bu iki solgun sahneyi, önceki gece yeniden yaşadım.
Elbette çok daha kuvvetli, daha farklı biçimde.
Bu kez alçaktan uçan savaş uçaklarına, taarruz helikopterleri de eşlik ediyordu. Ve Ankara’daki “hedeflerine”, hatta Meclis’e, bomba, mermi yağdırıyordu.
Bombalı teröre maalesef yabancı olmayan Ankara’da, hep uzağında olacağımızı sandığımız, “Burada olmaz” dediğimiz hava saldırısı!
Heyecanı, otomobillerin farlarına mavi defter-kitap kaplama kağıdının takılmasından ibaret Kıbrıs Harekatı sırasında bile yaşanmayan hava bombardımanı...
* * *
Darbe girişiminin duyulmasıyla meydanları, caddeleri dolduran halkın amacı, duyguları da tabi 27 Mayıs’tan tümüyle farklı, tam zıddıydı.
Elli altı yıl önceki gibi darbeye destek için değil, karşı çıkmak, direnmek için sokaktaydı insanlar.
Başardılar da...
* * *
Ankara’nın darbeler hafızasından bir başka kesit de, yine uymadı ezberimize.
Bazı pencereleri fevkalade önemlidir Ankara’nın.
Yıllar boyu “kritik-krizli” günlerin gecesinde gazeteciler, Genelkurmay Başkanlığı’nın karşısına geçip, pencerelerine heyecanla, kaygıyla baktılar.
Eğer geceyarısı ışıklar hâlâ yanıyorsa...
Bir hazırlık, bir olağanüstülük vardır... Belki de darbe yine kapıdadır.
* * *
Önceki gece de ışıklar sabaha kadar sönmedi orada. Ama cuntacıların silahlı işgalinde olduğu için sönmedi.
Genelkurmay Başkanı’nın da rehin alındığı durumun vahametini anlamak için karşısında değil, epey uzağında olmak bile yeterliydi.
Çatışma sesleri, tankı-topu-tüfeğiyle vatandaşa açılan yaylım ateşle sarsıldı, çevredeki penceler.
Işık değil, ses hızıyla yayıldı her sokağa...
* * *
Bir fark da, darbenin alametifarikası muhtıra meselesiydi.
Başta 12 Eylül olmak üzere darbelerin megalo-muhtırasının kara mizahını izledik önceki gece.
TRT’yi işgal eden darbeciler, hazırladıkları çakma, korsan muhtırayı çalışanların ellerini arkadan bağlayarak, silahla tehdit ederek okuttular.
Lâkin “ilan ettikleri” sıkıyönetim ve ikinci bir duyuruya kadar “hassasiyetle uyulmasını emrettikleri” o bildik sokağa çıkma yasağı, seleflerinin aksine vız gelip, tırıs gidecekti. Yasağa uymak bir yana, anında sokağa dökülecekti insanlar.
Zaten, görevden el çektirdikleri iktidarın, el koydukları yönetimin üyeleri de, siyasiler de görüntüleri, açıklamalarıyla TV ekranlarını dolaşıyordu.
Kısa süre sonra da ekranında durma "muhtıra"nın döndüğü TRT'nin yayını kesildi... Ezberimizdeki, seferberlik, kahramanlık türkülerine fırsat kalmadı.
* * *
Yeniden 27 Mayıs’a döneceğim. Çünkü o dönemde bizzat yaşanmış bazı hazin anıları yıllar sonra öğrendim.
Hürriyet Ankara’nın Başkentin sözlü tarihini oluşturmaya yönelik, “Birlikte Tarih Yazıyoruz” projesiyle...
Gerisini bu projemize kuvvetli kalemiyle katkıda bulunan ve o yıllarda orta son öğrencisi olan lisedaşım Mehmet Hamurkaroğlu’ndan dinleyelim:
“Uyandığımızda evimizin üzerinden alçak mesafede gök gürültüsü uğultusuyla jetler uçuyordu. Evimizin tam karşısında, eski 35. Sokak’ın köşesinde Çocuk Kütüphanesi vardı. 27 Mayıs’ı uçaklar dışında sessiz yaşayan sokağımızda öğleye doğru bir hareketlenme oldu. Askerler Lütfi Bey’in üç katlı apartmanını ablukaya aldılar. Evimiz tam karşıda olduğundan, binanın üst kat penceresinin aralanarak etrafa kuşku ile bakan bir çift gözü görebiliyordum. Daha sonra sivil ve asker görevliler binaya girdiler. Binadan ayrılırken yanlarında kütüphanede saklanan Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve eşi vardı. Araca bindirdiler. Cılız bir alkıştan sonra, bir kişi bahçeden kopardığı gülleri Zorlu’yu götüren aracın yan aynasına taktı. Ve Zorlu uğurlandı...”
İdama uğurlandı, her darbede yeniden kurulan darağacına...
* * *
Böylesi acıların, ölümlerin, hayatın her köşesine kibirli yumruğunu indirmeye hazırlanan darbelerin, anılardan bile önce... Tasavvurumuzda, tarihin kara sayfalarında solacağı inancıyla...
Paylaş