Damat yirmi yaşında ya var, ya yok... Gelin ise daha çocuk. Damat ölümden kurtulduğu için yara izleriyle birlikte gülümsüyor. “Çocuk gelin” ise mahçup... Elleriyle oynuyor fotoğraf çekilirken. Eline yakılan kına, aklıma o düğün akşamını, “kan”ı getiriyor. Belki nerede kına görse, onun da aklına kan gelecek artık.
Evet, yine bir düğünde silahlar ateşlendi. Ve bu kez Kırıkkale kana bulandı... Ben de geçenlerde yazımda “Sıkılası kafamız” başlığıyla aktarmaya çalışmıştım tepkimi, düşüncelerimi. Kendi düğününde, 64 yaşındaki bir densizin “eğlence olsun” diye sıktığı kurşunla ölüyordu o gencecik damat. Kendi düğününde! O kurtuldu kurşun yarasıyla, kimbilir kaç santim, milimle... Ama 11 yaşındaki Ener Kaçar artık yaşamıyor. O belki sadece 6-7 bahar oynadı, koşturdu bu hayatta. Hepsi o kadar.
Çıktı magandanın biri, sıktı silahını. Töredir diye, eğlencedir diye, gelenektir, şandır-şöhrettir, ağalıktır diye. O da 64 yaşında, şimdi Delice Cezaevi’nde. (Şu ana kadar karşılaştığım en mütenasip, belki en trajik, belki de en ironik cezaevi ismi. Orayı “delice” suçların mekanı yapmalı diyeceğim ama sığmaz ki) O cezaevinde kimbilir neler görecek, her gece düşünde... Belki bu hayatta hiç görmediği, görmediği için de bir düğünde tabancasını ateşlemeye de beis görmediği o “şey”i görecek, rüyasında. Yaşarken çıkarsa hapisten, başı önünde.
Adli Tıp Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ahmet Turla yaptığı araştırmayı şöyle özetliyor: “Silah ruhsatı almak isteyenlerin yüzde 95’inin eğitim düzeyi, ilköğretim. Yüzde 92’si de maddi açıdan ailesini geçindirmekte zorlanıyor...” Ama “at, avrat, silah” değil mi...
Düğününde kurşun yiyen damat, gözünü açınca ilk lafı “Daha da gitmem, silah atılan düğüne” olmuş. Demek, bir çok düğüne gidemeyecek oralarda...