Paylaş
Emek Mahallesi 39. Sokak'ta.
En az 30 yıllık.
Gövdesini oyarak, delerek, bir çanak anten saplamışlar bağrına.
Çünkü çam ağacını, o canlıyı, ilanların çivileneceği bir direk, anteni için bir gereç olarak görenler de var.
"Manzaram kapanıyor" deyip, evinin önündeki ağacı kökten kestirenler de.
Üzerinde kuşların otomobilini pislettiğine inanıp ağacı köküne tuz, asit döküp kurutmaya çalışanlar da...
* * *
Yücel' in iletisini okurken, Onat Kutlar'ı hatırlıyorum.
Penceresinin, gözünün önünden bir anda yitirdiği çam ağacına yazdığı satırları:
"Bol sisli bir kışın ormanından
Karlı gelin telleri taşıyan
Gümüşten yapraklarla örtülü
Uysal ve uzun boynunu bahçelerin
Ve benim toprağıma eğmiş
Gülümserken bir eşkıya rüzgarın
Söküp uzaklara götürdüğü
(...) ve şimdi bir akşamüstü
Penceremden ansızın görünmeyen
Çamağacına..."
* * *
Ve demek istiyorum ki, bir ağaç bir mahallede, 30 yıl boyunca bizimle büyümüşse...
Bir gölgesi olmuşsa, altında nefeslenilen.
Pencereden dalıp giden bir insan, o ağacın menziline odaklanıp, ayarlamışsa, çoğaltmışsa yalnız hayallerini.
Geceleri onun sesli esintisi fon olmuşsa iç sohbetlerine.
Mevsimlerin değiştiğini, o ağacın çehresinden gözlemişse.
"Aslolan hayat" diye çığlıklanıp, "Yaşamak ne güzel şey" demişse bir an.
Rüzgarla içerlerinde bir reçine kokusu dolanmışsa, hatta ellerinin reçine kokacağına inanmışsa artık her temasında.
Mutlu olmuşsa, hatta sebebsiz yere gözleri dolmuşsa...
Ve çam ağacını sadece kendi "günce"sine değil, sevdiği her şairin satırlarında bulmuşsa.
Önemi canlı olmasından, varlığından da ötedir; sadece bir ağaç değildir artık.
Soyağacı(mız)dır da...
O nedenle sadece sevmek, korumak yetmez!
Koşulsuz bir saygı da gerektirir. "Saygı anılarınıza saygımız ki bir kuşun yarası kadar derin"...
* * *
Emin olun; çam ağacının bağrına saplanan çanak anten, böylesi görüntüleri asla ulaştıramayacaktır içerdeki ekrana.
Ve yürek hep flu kalacaktır.
Paylaş