Paylaş
Her enstrüman insanın başka teline, bedenin saklı notalarına değer de...
Büyülüydü, her yönüyle farklıydı akordeon.
İlke Ulaş Kuvanç şöyle tanımlıyor onu:
“Üflemesi rüzgardır, rüzgarı müzik.
Nefes alır, nefesini verdiğinde ise dünya üzerindeki tüm duyguları ifade edebilecek güzellikte notalar dökülür ciğerlerinden...”
* * *
Ama “nefesli” çalgılardan önemli bir farkı vardır:
Körüğüyle, çalanın değil kendi nefesini üretir-üfler, rüzgarını estirir notalara...
Çok sesli olması hem her gruba bir rozet gibi yerleştirir onu.
Hem de tek başına, bir orkestra gibi dolaştırılabilir kucakta.
“Sol el sağ elin çaldığı melodiyi tamamlayan bas sesleri verir, akorları ve tempoyu icra eder...”
Sesini, yankısını körüğünden alır, elektrik gerektirmez.
Mahcup etmez, iyi çaldığında...
* * *
O nedenle, 200 yıldır klasik müzikten folk müziğe, Arap müziğinden etnik örneklere, bluesdan caza dolaşır dünyayı.
Balkanların, Kafkasların ve Arjantin tangonun gözbebeğidir.
Özellikle tangolar, valsler, eski kantolar çok yakışır akordeonun sesine, o körüklü nefesinden aldığı temposuna...
* * *
Lakin popüler müzik akordeonu biraz çıkarmıştır gruplardan.
Her telden, bütçeden elektro orglar icat olunca, itilmiştir bir kıyıya...
Layıkıyla çalanını bulmak da zordur doğrusu.
* * *
Ama akordeon bunu dert etmez, dar barlara sığmaz zaten.
Sokağa çıkar. Sokakları dolaşır, sesi...
Ve bugün sokaklardan ne zaman Balkanlardan –kalıcı- bir Roman misafir geçse…
Kendi halince durma çaldığı Tuna Dalgaları, beni o içdenizlerime götürür.
Tam 83 yıl önce bugün, ilk Türkçe tango (Tango Turco) yayıldı Beyoğlu’na…
Seyyan Hanım’dan Mazi:
“Mazi kalbimde bir yaradır /Bahtım saçlarımdan karadır
(...) Ben de gönül çektim eskiden /Yandı hayatım bu sevgiden
Anladım ki bir aşka bedel /Gençliğimmiş elimden giden
Sarmadımsa da belden, geçmedim bu emelden
Bir hazin maceradır onu aldılar elden...”
* * *
Onun sesiyle tango, fokstrot, rumbalar, radyoyla ve 78 devirli taş plaklarla evlere yayılır:
“Benim ‘göynüm’ sarhoştur, yıldızların altında...”
Şarkılarını söylerken önceleri kimse dans etmez, bir konsere gelmiş gibi dinlerler sadece...
1980’lere doğru sahneye son kez çıktığında şöyle veda eder:
“Biz şimdiki sanatçılar gibi elimizi kolumuzu sallamazdık. Mum gibi durur, şarkımızı söyler, alkışımızı alır ve annemizle eve giderdik...”
* * *
Maltepe’deki evinde, 1989 Mayıs’ında hayata veda ettiğinde, spiker şu tangoyla duyurur ölümünü:
“Daldan dala uçarım /kahkahalar saçarım
gönül avcılarını /aldatırım, kaçarım
Gözlerimde aşk vardı /sedası beni sardı
yıldızlı gecelerde /kollarımda yatardı
Benim adım çalıkuşu...”
* * *
Müzik bazen döneme miladını yerleştirir.
Ardından zamana virgül koyar, “sonsuz” işaretini ekler. Zamana meydan okur.
Ve bir akşam otururken, o “sürmeli çalıkuşu” sızar odanıza...
Miniciktir; karışık ormanların, kuytu parkların, mezarlıkların, çalıların kuşudur, "ornitoloji"de (kuş bilimi).
Erkek sürmeli çalıkuşu dişisine kur yaparken, kafa tüylerini dikleştirip, başını yatay tutar ve ona yüzünü gösterir.
Dişisi de başını öne eğer, kura karşılık verirse...
“Avrupai bir kuş” olarak tanımlar onu, kuş bilimcileri.
* * *
Odaya yayılır sürmeli çalıkuşunun inceden, sızılı sesi...
Yanında Cemal Süreya’nın kelimeleriyle gelir; “O eski kadınları bilirsiniz /Keder basınca bilhassa hatırlanan...”
Ve seslendirdiği tangonun sözleri, o uzak bakışlı kadınlar giderken sizin söylemeniz içindir sanki:
“Bilmem ki kimdi, fakat sevdimdi...”
Paylaş