Paylaş
Kimimiz belki kendince meselenin özünün, kapitalizmin tözünün filan idraki içinde, kutlamadı.
Kimimiz idrak etmese de kutladı.
Kimi tam kutlayacaktı, baktı sevgili gitmiş ya da hiç gelmemiş... Eh, bu örnekte Türkiye filozofisinin manen ve madden en bereketli vecizelerinden biri olan “Nazar etme n’olur, çalış senin de olur”u ortaya yuvarlayıp, meseleye gireyim.
“Sevgi Günü” vesilesiyle -kendimce- en sevgi(li) filmlere ve o filmlerden bazı repliklere değinmek istiyorum.
Çünkü mevzu aşksa, “beyaz” sadece perdededir.
* * *
Önce filmler... (DVD olarak hepsine ulaşmak mümkün)
François Truffaut’dan Jules ve Jim. Yarım asırlık, ama benim için hala anı olamayacak kadar taze... İki erkek, bir kadın. Filmden bir replik; “Mutluluğu anlatmak çok zordur, farkına bile varmadan eskir.” Ve aynı yönetmenden bir başka aşk üçgeni, La Femme D’a Cote (Penceredeki Kadın).
Jim Jarmush’un Stranger Than Paradise (Cennetten de Garip/Yabancı) filmindeki üçgen de sevginin, dostluğun, arkadaşlığın siyah-beyazı. Ve boşlukta kaybolmuşluğun, hayata yabancılaşmanın, öylece oturup sıkılmanın da... Öyle ki, nereye gitseler her yer aynı.
Pedro Almodovar’ın Konuş Onunla’sı (Hable con Ella). “Ağlatır adamı” derler ya, hem öyle... Hem de, aşktan öte bir film. Ve bir replik; “Aşk bitince geriye dünyanın en hüzünlü hikayesi kalır”.
Bir başkası, özellikle Nastassja Kinski fanları için; Marias Lovers (Maria’nın Aşıkları). Andrei Konchalovsky’nin yönettiği filmde, John Savage ve Keith Carradine’ın oyunculuklarıyla da izlenesi...
Daha yenilere gelirsek, “Gözlerindeki Sır (El Secreto de Sus Ojos)”. Film, aşkın yani İspanyolca “te amo”nun bir harfi eksik kalırsa, “temo” yani korkuya dönüşebileceğini de gösteriyor belki. Unutulmaz repliklerinden biri ise, “Bize sadece hatıralar kalır, bari iyilerinden birisini seç”...
* * *
Carlos Fuentes’in romanından Luis Puenzo’nun sinemaya uyarladığı “Old Gringo (Meksika Ateşi)”. Yaşlı, hayatının son deminde bir yazar (Gregory Peck), baharını hiç yaşamamış genç bir kadın (Jane Fonda) ve ihtilal gibi bir aşk.
Bol ödüllü, Il Postino (Postacı)... Pablo Neruda’nın hayatından kesitleri, görselliği, müziği yanında “Şiir yazana, şairine değil, ihtiyacı olana aittir” gibi replikleriyle de vurucu bir film... Ya da “Şiir tehlikelidir. Bir erkek sana kelimeleriyle dokunmaya başladıysa, elleri çok uzakta değildir”...
Ve 9 Oscarlı The English Patient (İngiliz Hasta) elbet... “Biz gerçek ülkeleriz. Haritalardaki sınırlar ya da güçlü adamların isimleri değiliz”.
Nicholas Roeg’in yönettiği, Art Garfunkel, Theresa Russell, Harvey Keitel’in oyunculuklarıyla zirve yapan Bad Timing (Kötü Zamanlama)...
“Keşke beni daha az anlayıp, beni tanımlamayı bir yana bırakıp, daha çok sevseydin”.
Inarritu’dan sert, şiddetli ama sevginin her haline dair bir film; Amores Perros (Paramparça Aşklar ve Köpekler). Ve o replik; “Tanrıyı güldürmek istiyorsan ona planlarından söz et”.
Aşk filmlerinin Akdeniz ateşi iki oyuncusu, Sophia Loren ve Marcello Mastroianni’yi buluşturan “Özel Bir Gün”. Ettore Scola’nın yönettiği film, “imkansız” sözcüğüne meydan okuyor.
Aşkın, sevginin, tutkunun hallerini beyaz perdeden dolaşırken, Charles Bukowski’den uyarlanan Tales of Ordinary Madness (Sıradan Delilik Öyküleri) eksik kalmamalı. Hem meraklısına Ornella Muti de var. Unutulmaz repliği ise, yazılarımda en az 2-3 kez alıntıladığım bir hayat dersi: “Stil herşeydir... Aptalca şeyleri stille yapmak tehlikelidir. Tehlikeli şeyleri stille yapmak ise sanattır”. Ve yine stille ilgili bir yalın cümle; “Milyonlarca kadının içinden biri çıkar ve içinizde uykuya yatmış ne varsa canlandırır; giydikleri elbisedir bazen sizi çeken, yahut kendilerine özgü bir hava”.
* * *
Belki çoğu, emek isteyen ama hepsi kanımca yer eden filmler.
Eh, Sevgi Günü’yse asıl mesele; emek isteyen ve yüreğe “yer eden” kaç şey var hayatta?
Paylaş