YILMAZ Güney’in her fırsatta “Çirkin Kral” lakabıyla anılması hoşuma gitmez. Ne çirkin nitelemesini, ne de kral kelimesini oturtamam yerine.
Çünkü oradaki “kral” vurgusunun, “Kral adamsın” türünden ve aslında ona daha çok uyacak bir niteleme olmadığını biliyorum. Ve bu lakabın yönetmenliğinden önceki, avantür oyunculuğuna dair olduğunu da... Güney ile ilgili bir başka lakap ya da tanımlama yakalamıştı beni. “Güzel bakan adam...” “Hah, işte”, dedim duyduğumda... Belki Yılmaz Güney’in bendeki tüm albümü, o fotoğraflardan ibaretti. Güzel bakıyordu, sahiden. Hüznü, tebessümü, stilinde bütünleştiren gözleriyle. Bakarken, ne oyuncuydu, ne yönetmen. ¡ ¡ ¡ Bakabilen, güzel bakabilen, gözleri konuşan, pırıldayan insanlara rastlıyorum elbet. Ama sokaklardaki yalnız kalabalıkların selinde değil. Belki ben yaşlandım, göremiyorum... Yahut, bedeninden önce bakışları yaşlanan insanlarla doldu ortalık. ¡ ¡ ¡ Bakma, bakış deyince... Kadınlara bakan erkekler, sıradan sokak manzarası. Kimi ürkek, hatta kovalanmış Çomar bakışıyla, kaçamak. (Ki tenzih ederim, köpekler gerçekten güzel bakar) Kimi sabit, gözünü ayırmadan. “Göze yasak mı var” atasözünü, tek maddelik Anayasa eylemiş. Kimi yılışık, yapış yapış... Baktığı “şey”in gözü değse gözüne; başka tür temas fırsatı sayacak. Kimi, aynada prova edilmiş Clark’ıyla, hafif şehla... Kimi “Al gözüm seyreyle Salih” gibilerinden daha masum, daha dalgın... Az sonra aynı bakışla, ağacın dallarını budayan belediye işçilerini seyredecek. Kimi günlük koşuşturma içinde, caddede aniden çırılçıplak bir kadın görmüş gibi şaşkın. Kiminin menzili sadece belden aşağıya. Kiminin göğüs hizasına... Bazı bakış küfreder gibi, bazısı küfründeki eylemin hevesinde/peşinde gibi... ¡ ¡ ¡ Ve sokaktaki bu telaşlı, doymaz, ısrarlı, sabit, donuk, tacizkar bakışlara karşı gardını önce gözlerinde alan kadınlar. İlgisiz, bazen tehditkar, ya da çoğu kez sadece önüne, kaldırıma ayarlı... “Bak hiç bakmıyorum” sığınağında. Havalar ısınsa da, güneş gözlükleri sarsa yine caddeleri. Sen sağ, ben selamet.