Paylaş
Belki de, "gülmece-güldürmece, dil üstünden kaydırmaca"nın merkez üssünde olduğumuz için bana öyle geliyor...
Gerçi, girişte mırıldandığım şarkının ikinci dizesi, “Önce hoş, sonra boş gelir” diye devam eder ama... Ona takılmayın.
Mevzu, edebiyattan şiire, gramerden trafik kazasına, 32 kısım tekmili birden şapşahane.
* * *
Malum... Yollardaki bayram eziyetini kazalı-belalı da olsa atlattık, şimdilik...
Öyle ki, otoyolda adım aksak gitmeye çalışan bir arkadaşım, biteviye “Yaya moduna geçeyim mi” sorusuyla göz kırpan navigasyona tekme-tokat girişmiş.
İşte bu devasız eziyete bayram şekeri, bu yıl Ankara Büyükşehir Belediyesi’nden geldi.
Yollardaki dijital uyarı panolarına, dizi dizi bir inci yazıldı:
“Çıkma yola kemersiz /yoksa canın ‘çokmu’ değersiz”...
Gözümün önüne, bu uyarıyı okuyunca direksiyon hakimiyetini yitiren bir adamla, bariyere sürtmeden önce son sözü “Çok mu’nun mu’sunu bileşik yazmışlar” olan refikası geldi.
Yok, bu mevzuda hemen “sağa” çekmeyin. Kafiyenin sağı solu yok.
Ne diyor, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
“Sen tekmelettin, biz diyoruz Ekmeleddin”...
“Ekmek için Ekmeleddin”le de bitmiyor, kafiyenin dibi örnekler.
Tam, yarım, zengin kafiyenin her türü, cevizlisi, kaymaklısı sunuluyor siyaset mönüsünde...
Cinaslısı da, ustasını bekliyor:
“Komşuda dülger mi var geliyor keser sesi,
Ustalar konuşunca çıraklar keser sesi...”
* * *
Bir merakım da taze hala... “Milletin Adamı Erdoğan”, “Halkın Adamı Karaoğlan” gibi tanımlamalar yazılıyor da pankartlara...
Mukaddesatın bu denli siyasete yansıdığı ülkede, bir Allahın kulu çıkıp da “Allahın Adamı” yazdırmıyor, dudak büküyor nedense.
* * *
Neyse... Kafiye, biz ve selefimiz kuşaklar için vurucu önem taşır.
Son nefemizde bile, “Usulca bir ah, ölüyorum eyvah”dır bazen şiirimiz.
“Mef ulü /me fa i lü /me fa i lü /fe u lün” ritminde, sınıfta sıralara vura vura az rap yapmadık lisede. (Gangsta’yı bence bilmeden de olsa biz icat ettik)
Çünkü kafiyeli sözler, kıvamlı, katmerli, referanslı aksetti hep bünyemize...
Il Postino filminde, şair Pablo Neruda’dan iki kafiye araklayan, bir “metafor” sözcüğünü beş aşağı-beş yukarı öğrenen postacının, kasabanın en güzel kızını ayartması, bugün bile kafiyeli konuşma hevesi verir bize.
İlkokul 1’de çat-pat İngilizce öğrendiğimiz derste, “Tenk yu veri maç” demişti de bana ilk gözağrım...
“Al beni Paris’e kaç” kafiyesini yapıştırdığımda, eyfel eyfel boyum uzamıştı.
Yazıma yarın, belki yarından da yakın, kafiyeli kafiyeli devam edeceğim.
Paylaş