Paylaş
Hatta, adı olanlara bile yeni isimler buluyoruz kendi dünyamızdan:
“Ben ona İbrahim değil İbişim derim...”
“Ad koyma”da egemenliğin ebeveynlere kaldığı ana alan ise çocuğunun ismini seçmek.
Lâkin tercih, siyasetten modaya, muhafazakardan postmoderne, tarihten geleceğe, yerelden uluslararasına dönemin rüzgarından da etkileniyor tabi.
* * *
Haberlerden öğrendik; bir vatandaşımız yeni doğan kızına referandum rüzgarında “Evet” ismini vermiş.
Haberde 3 eşli, 8 çocuklu babanın diğer evlatlarının ismine yer verilmemesi kanımca büyük eksiklik.
İklimi, süreci daha iyi anlayabilirdik.
Dert değil... Asıl merakım o çocuğun ileride şu diyaloğun altından nasıl kalkacağı:
“İsmialinizi öğrenebilir miyim?”
“Evet...”
Evet Hanım’ın bu yanıtının ardından gelen suskunluğun süresini merak ediyorum.
Hayal bu ya; Evet Hanım’la, Hayır Bey evlense... Ne romanlar, ne filmler çıkar.
* * *
Kimsenin çocuğuna verdiği isim üzerine ahkâm kesmek haddim değil elbet.
“Anne ve babanın teoride nadir özgürlüklerinden, tercihlerinden birisidir”, der geçerim.
Ama o alan da, iklim nedeniyle pek özgür olamıyor doğrusu...
Bazen isimler Nüfus Memuru’nun dönemsel filtresine takılıyor, bazen nine-dede, ata ismi mecburiyetiyle kuşaktan kuşağa geçiyor.
Onu da çocuğa bir (hatta bir kaç) isim daha vererek çözüyoruz. (İkinci isimlere hâlâ “göbek adı” diyorlar mı bilmiyorum)
* * *
Siyasetten feyz alan, sağdan-soldan isimler, herhalde en çok 80 öncesinde yaygındı. En azından bizim çevremizde...
“Solcu isim” rüzgarı, “Fidel”le tavan yaptı. Hem de 2003 yılında... Belki Oliver Stone’un o yıl gösterime giren Comandante (Son Efsane) belgeseli de etkili olmuştur, eğer seyredildiyse...
Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre o yıl tam 260 çocuğa Fidel ismi verilmiş.
* * *
Çocuklarımıza verdiğimiz isimle, onu değil kendimizi, kendi hayallerimizi, ideallerimizi, sıfatımızı herkese ilan ettiğimizi, bir nevi meydan okuduğumuzu düşünüyoruz belki.
Koyduğumuz isimle (de) takdir edilmek istiyoruz.
Yahut dünyanın/dünyamızın, insanların -bizim- adlandırdığımız gibi olacağını sanıyoruz, nafile.
Zira sevdiğimizle birlikte “yarattığımız” o şey, o düşünce, bizi baştan çıkarıyor. O yaratıya bir imza gerek, sonuçta.
“Çocuğumuzun ismi ne olsun?” deyince, serinkanlı davranamamız, Google'ı, sözlüğü dağıtmamız bundan.
* * *
Etrafa da bakıyoruz bazen. Kendimizi ait hissettiğimiz çevremize, güce, dünyaya...
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’nin istatistiklerine bakıldığında, 2000’li yıllarda giderek artan bir biçimde Kuran-ı Kerim’de geçen isimlere rastlıyoruz.
Bir de istatistiklerde ilk sıralarda yer almasa da, “postmodern” isimler var. Önemli bir kısmı zannımca “Aman bil(in)dik isim olmasın” kaygısından tetikleniyor.
Eskiden Müslüman olan Jasmin’i Yasemin, David'i Davut yapardık, şimdi Yasemin oluyor Yasmin. Maksat enternasyonal...
Rüzgarın getirdiği Alize de var, milli tarihi sollayıp sırtını mitolojiye dayayan Ares de...
Kodu mu oturtan isimler, zaten her dönem gözde.
Polat Alemdar gibi sırtını bir diziye yaslayanı ise, tadından yenmez.
* * *
İsim koymak yaman bir iş.
Çünkü bazen anlık politik, popüler rüzgarların etkisinde, orijinalliğin heyheyinde takılan isimler, çocuklara yaşamınca yük olabiliyor.
Belki de sorun, ismi bir bebeğe (bebeğimize) koyduğumuzu sanmak.
Biz bir bebeğe değil, bir yetişkine isim veriyoruz.
Ömür boyu taşıyacağı bir isim...
Yükse o isim, sadece “bebek” masumdur.
Paylaş