Paylaş
Dinin güdüme alınmasıyla kast ettiğimiz, dinin devlet veya yönetimce kontrol edilmesi değildir.
Böyle bir kontrol varsa orada ‘dinin güdüme alınması’ değil, ‘dinle devletin kavgası’ söz konusu olur.
Güdüme almak tâbiri, dinin savunuculuğunu ve avukatlığını yapanlar için geçerli ve uygundur. Bir güdümden söz etmek için güdülenlerin bundan şikâyetçi olmamaları gerekir.
Şikâyet varsa güdümden değil, kavgadan söz etmeliyiz.
Türkiye’de din güdümdedir ve dini güdüme alanlar dinin avukatlığını yapanlardır.
Son yıllardaki gelişmeler, özellikle son zamanlardaki Deniz Feneri ve benzeri soygun olayları göstermiştir ki, Türkiye’de dini güdüme alanlar, din üzerinden düyalık ve saltanat devşirenlerdir.
Dine, Tanrı’nın rızasını kazanmak için sarılanlar dini güdüme almayı akıllarından bile geçirmezler. Çünkü dini güdüme almak dine de insana da ihanettir. ‘Dini güdüme almak’ tâbiri, eğer Kur’an’ın dininden söz ediyorsak, Kur’an’ın asla izin vermediği bir namertliktir.
Allah ile aldatanların bu namertliğe tevessül etmeleri, Deniz Feneri soygununda görüldüğü gibi, insanları din perdesi altında sömürmeyi kolaylaştırmak içindir.
Kur’an, size tebliğ ve öğüt iletme hakkı, hatta görevi verir ama insanla Allah arasına girerek insanları gütme hakkı asla vermez. Söyleyeceğinizi söyler, düşündürür, kenara çekilirsiniz; gerisi Allah ile kul arasındadır. Allah ile kul arasına girmeye kalkmak, Kur’an’a göre, Allah’a da dine de insana da ihanettir.
Hiçbir samimi mümin dinine ve dindar kardeşine ihanet etmez.
Dindara ihanet edenler dini güdüme alan dincilerdir. Dini güdüme almak dinciliğin terimlerindendir, dindarlığın değil.
Din bahsinde güdüm varsa, Allah rızası ve samimiyet yoktur. Bu bir varlık ve din kanunudur.
Güdümle din bir arada bulunamaz. Çünkü güdüm, tamamıyla bir ikrah kurumudur.
Oysaki dinde ikrah (baskı, zorlama, manipülasyon), Allah’ın iradesine aykırıdır, yasaklanmıştır (Bakara, 256)
Güdümlü kültür toplumlarında, yozlaşmış kurumların başta gelenlerinden biri de dindir.
Dinin güdüme alınışı, karakteristik iki görünüm arz eder:
1. Dinin, kaynağından uzaklaştırılıp geleneksel yorumlara bağlanması,
2. Dinin politik-ticarî istismarlara âlet edilmesi.
Dinin politik-ticarî sömürüye âlet edilmesinin tipik örneklerini yaşayan, belki de bir numaralı toplumuz.
Dini sömürü aracı olarak tutmanın, tarihin çok iyi tanıdığı iki yolu vardır:
1. Kitlenin gerçek dini öğrenmesini engellemek (mesela, dinin kaynağı olan kitabın tercümesinin okunamayacağını iddia etmek),
2. Gerçek dini öğretenleri slogan veya tabularla karalayarak etkilerini yok etmek veya azaltmak.
Bu yollarda başarılı olunca, şu sloganı hâkim kılacaklardır:
Dini, bizim güdümümüzde öğreneceksiniz. Bizim gösterdiğimiz şekilde inanmazsanız aforoz edilirsiniz; dindarların hoşlanmadığı ne kadar yafta varsa, açtığımız iftira kampanyalarıyla hepsini üstünüze atarız.
Böyle bir gidiş, laiklik ve hür düşünceyi koruyan kavram ve kurumların şemsiyesi de delinirse, açık söyleyelim, engizisyonla noktalanır.
Kur'an'ın baş düşmanlarından biri olan engizisyon ve aforoz, örtülü-gizli bir biçimde, birçok Muhammedî düşünüre, yıllardan beri ve ne yazık ki, İslam'ı savunduğunu söyleyenlerce uygulanmaktadır. Bu uygulama; bazen gafletin, bazen dini kullanarak ülke insanını boğuşmaya itmek isteyen dış güçlerin, fakat daha çok kıskançlık kompleksine yenik düşmüş basit insanların eseri olmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda yetişmiş en büyük düşünce adamlarından biri olan Mol
“Şükürler olsun; yakında çıkacak olan kitabım, Lütfi'nin tenkidine uğramaktan kurtuldu.”
Yavuz Sultan Selim, sonraki yıllarda, Şeyhülislam İbn Kemal ile sarayda yemek yediği bir sırada, Molla Lütfi’nin haksız yere idam edildiğini iğneli bir ifadeyle ima ettiğinde İbn Kemal (ölm. 1533) şu anlamlı cevabı vermiştir:
“Molla Lütfi, hased-i akrana (meslekdaşlarının hasedine) kurban gitmiştir, Sultanım!”
Çağın en büyük İslam düşünürü ve İslam’ın en büyük vicdanlarından biri olan Muhammed İkbal hakkında, hurafeci yobazlar ‘kâfir’ fetvası çıkarmışlardı.
İbret almak için bu kadarı yetmez mi?
Paylaş