Paylaş
Takkul, aklı işletmek, akletmek, akıl yoluyla bilip anlamak, aklın verilerini esas almak gibi anlamlar taşıyor.
Ne ilginçtir, Kur’an taakkul tâbirini defalarca kullandığı halde akıl kelimesini hiç kullanmaz.
Şunu demek istiyor Kur’an:
Ben, cevher olarak aklın varlığını yeterli görmüyorum; o hepinizde var. Benim istediğim, aklın işlevsel olması veya işlevsel akıl.
Daha açıkçası:
Kur’an, aklın çıplak mülkiyetini yeterli görmüyor, aklın intifa (kullanım) hakkını esas alıyor.
Aklın çıplak mülkiyetine sahip olmanız ‘akıllı adam’ olmanız için yeterli değildir.
Önemli olan şu:
Sahip olduğunuz akıl, işletilen akıl mı, bloke edilmiş, üstüne oturulmuş, şunun-bunun vesayetine terk edilmiş bir cevher mi?
Bunu soruyor ve nihayet şunu ilkeleştiriyor Kur’an:
“Allah, aklını işletmeyenler üzerine pislik atar.” (Yûnus, 100)
Evet, Kur’an taakkul istiyor.
Varlıkla varolmak, cevherle fiil arası fark neyse akıl ile taakkul arası fark da odur.
Taakkul yoksa insan, görüntüyleinsan, hakikatte hayvandır. (Furkan, 44)
Nübüvvetin bitişinin bir anlamı da artık aklın sınırsız kullanım döneminin açıldığıdır.
İslam’ın mistik düşünce sistemlerine, özellikle ‘tasavvufun bir yozlaştırılması olan tarikatlar’ bünyesine Ebu Hâmid el-Gazalî (ölm. 505/1111) tarafından sokulan, “Akıl, vahiy ve aşkla sınırlıdır” yolundaki kabul Kur’an’la asla bağdaşmaz.
Kur’an, aklın işletilmesine, kullanımına hiçbir sınır koymamıştır.
Kur’an’a göre, vahyin ilk görünümü, ilk ürünü akıldır.
İlk ve esas peygamber de akıldır.
Kur’an dilinin aşılmamış ustası Isfahanlı Râgıb (ölm. 502/1108) diyor ki,“ilk peygamber, içsel peygamber akıldır. Önce o devreye sokulmalıdır ki, dışsal peygamberler, bizim bildiğimiz peygamberler işe yarasın.”
Ve devam ediyor Isfahanlı Râgıb:
“Akıl komutan olmalıdır ki, vahyin diğer ürünleri sonuç versin.”
Tutuculuğuyla, aklı prangalamasıyla ünlü Gazalî bile bu Kur’ansal apaçıklık karşısında şunu itiraf etmek zorunda kalıyor:
“Akıl ile nakil (dinsel metinler) çatıştığında, aklın söylediği öne alınıp dinsel söylem ona uydurulur.”
Tutucu Gazalisi bile böyle düşünen bir İslam fikir mirasından şu önümüzde duran İslam dünyasının yeterince nasipli bulunduğunu söylemek mümkün mü?
O halde, İslam dünyasının en büyük belası, ondaki akıl düşmanlığı değil de ne?
İslam dünyası denen âlemin en büyük düşmanı bizzat kendisi...
Akıl düşmanı dinci söylem tarafından şeytanî bir morfin gibi tekrarlanan, “Aklın din ve sünnetle sınırlanması esastır” sloganı veya bugünlerde bazı hurafe hamallarının icat ettikleri “İslamcı akıl” tâbiri Kur’an dışı bir bühtandır.
Emperyalizmin has ajanı oryantalistlerin siyaset dincisi çevrelere yutturdukları bir Haçlı zehiridir.
Aklın gayri İslamîsi de mi var, behey sersem!
Allah’ın elinden gayri İslamî şey çıkar mı?
Gazalî, felsefeyi dine mahkûm hale getirerek, İslam düşüncesinin kaderini kararttı;İslam’a da insanlığa da büyük kötülük etti.
Fransız filozofu Descartes (ölm. 1650) ise felsefeyi dinin uydusu olmaktan çıkararak, başka bir deyişle aklı kilisenin ‘vahiy adına’ (!) vurduğu prangadan kurtararak insanlığın yükselişi yolunda müthiş bir adım attı.
Ne yazık ki, İslam dünyası hâlâ Gazalî rotasında gidiyor.
Bu yanlış rota, büyük Atatürk tarafından gerçek yönüne çevrildi ama İslam dünyası Atatürk’e sırt dönerek rotadan yararlanma imkânını kendi eliyle yok etti.
Kur’an’a göre, taakkulun ayrılmaz ikizi bilimdir. (Ankebût Suresi, 43)
Onu da yarın ele alacağız.
Paylaş