İslam dünyasında bugün sünnî mezheplerin tamamı azlin serbestliğine hükmederler. Ayrıldıkları nokta eşin rızasının gerekli olup olmadığıdır. Bazıları bu rızayı gerekli görür, bazıları bunun lüzumunda ısrar etmez.
İslam düşünürleri, döllenmenin önlenmesi anlamında bir kontrol ve tedbirin fertlere bir hak olarak tanınmasını İslam’ın serbest gördüğünde ittifak etmişlerdir. Tartışılan, bunun uygulama şeklidir.
İttifak noktalarından biri de meninin döl yatağına gitmesini önlemede her türlü tedbirin (bunlar ister kadın, ister erkek tarafından alınmış tıbbî ya da doğal tedbirler olsun) azil cümlesinden olduğu yani serbest olduğudur.
Bir başka ittifak noktası da şudur:
Doğum kontrolü yalnız sağlık sebepleriyle değil, ekonomik, pedagojik, hatta estetik gerekçelerle de yapılabilir.
İmam Gazâlî (ölm. 505/1111), ana eseri İhya’da kadınlarla ilişkinin İslam açısından değerlendirmesini yaparken azil konusuna da geniş yer vermiş ve çocuk yapmayı sınırlandırmada kadının güzelliğinin bozulması endişesinin de haklı bir gerekçe olduğunu savunmuştur. (bk. Gazâlî; İhya, 2/51-52)
GÜNÜMÜZ BİLİM ÇEVRELERİNE GÖRE DOĞUM KONTROLÜ
Burada öncellikle bir noktanın daha altını çizmek gerekiyor. Bizim sözünü ettiğimiz doğum kontrolü döllenmeden önce ele alınacak tedbirler anlamındadır. Döllenme vuku bulduktan sonra yapılacak müdahaleler, bizim inceleme ve değerlendirme alanımız dışındadır. O alan tıp otoritelerinin alanıdır. Çünkü ortada bir canlı vardır ve bunun hayatına müdahale söz konusudur. O halde, doğum kontrolü ile, bazı hallerde örtülü cinayet manzarası arz edebilen kürtajı birbirinden ayırmak gerekir. Biz, kürtajın, daha geniş bir ifadeyle döllenme sonrası bütün müdahalelerin-hayatî zorunluluklar hariç- insanlık suçu olduğu kanaatindeyiz.
KUR’AN AÇISINDAN DOĞUM KONTROLÜ
Kur’an’da, doğrudan doğruya doğum kontrolü ile ilgili olumlu veya olumsuz hiç bir beyana rastlamıyoruz. Ancak yukarıda ele aldığımız ‘nitelikli nüfus talebi’ dikkate alındığında şunu söyleyebiliriz:
Kur’an, doğum kontrolünü dolaylı bir biçimde istemekte ve özendirmektedir.
“Rızık endişesi ile çocuklarınızı öldürmeyin. Biz, sizi de onları da rızıklandırırız. Onları öldürmeniz büyük bir günahtır.” (İsra, 31) ayetinin doğum kontrolünü yasaklayıcı bir beyan olarak öne sürülmesi katı bir cehalet ve açık bir saptırmadır. Bu ve benzeri ayetlerin konumuzla hiçbir ilgisi yoktur. Bu ayet, İslam öncesi Araplarının çocuklarını öldürme, diri diri gömme vahşet ve zulümlerini dile getirmektedir. Yani burada doğmuş bir varlık söz konusudur. Dolayısıyla, bu ayeti doğum kontrolü ile irtibatlandırmak dine yalan söyletmek ve halkı Allah ile aldatmaktır.
Kur’an’da temas edilmeyen her konuda işleyen temel ilke, serbestliktir. Çünkü “Eşyada esas olan ibahadır” ilkesi İslam’ın temel kabullerinden birini çerçeveler. Yani, bir konuda vahyin getirdiği bir yasak yoksa, o konu doğrudan doğruya serbestlik alanına girer. O konuda serbestliğin olup olmadığını gösteren başka bir kanıt veya işaret aranmaz. Hiç kimse çıkıp “Bunun serbest olduğuna ilişkin hüküm var mı?” diye soramaz. Başka bir ifadeyle, yasaklığına ilişkin hüküm bulunmayan bütün konuların serbestliğine dair hüküm var demektir.
SÜNNET ZEMİNİNDE DOĞUM KONTROLÜ
Meseleye
Dinci siyasetlerin Türkiye'ye yaptıkları kötülüklerin belki de birincisi, bu nüfus artışı konusunda sergilenmiştir. “Allah ne verdiyse doğurun, Allah rızkını vermekten âciz mi ki!” diyerek Müslüman halkı sürekli doğurmaya iten bu siyasetler kalkınmaya büyük darbe vurmuş, nüfusun nitelik kazanmasını engellemiştir. Yani bu dinci siyasetler dine yalan söyleterek siyasal çıkarlar uğruna halkı Allah ile aldatmıştır.
Halk bunlara şunu soramamıştır:
“Allah'ın rızkı vermesi, insan konusunda beklenenin elde edilmesine yetiyor mu? Allah, tüm canlıların rızkını veriyor. İnsan olmak için bu yeterli mi?”
Dinden maksat eğer İslam ise bilelim ki, İslam, dinci siyasetlerin iddialarının tam tersini söylüyor.
Kur'an, nüfusun sayısını öne çıkarmayı, bununla övünmeyi, bunu yarış konusu yapmayı putperestliğin bir görünümü olarak tanıtmakta ve açıkça kötülemektedir. İnsan meselesinde önemli ve güvenilir olan, değerli, üretken insana sahip olmaktır, kelle çokluğuna değil.
Nüfusun niteliğini dikkate almadan sayıyı artırma hatası, insanlığı çok zor durumda bırakmıştır.
Gerçek şu ki, dünyanın mâruz bulunduğu en büyük tehlikelerden biri, belki de birincisi nüfusun hızlı artışıdır. Tabloya bakalım:
1900 yılında bir milyar dokuz yüz milyon olan dünya nüfusu, 1950'de 2.5 milyara, 1995 yılında 5.5 milyara yükseldi. 2020 yılı için tahmin 10 milyardır.
Tekâsür ve kevser sözcükleri Kur’ansal sözcüklerdir ve ikisi de çokluk anlamındaki ‘kesret’ kökünden türemiştir. Bunların ilki (tekâsür), kelle sayısı ve madde ile övünmeyi, ikincisi (kevser) ise ölümsüz değerlerin bolluğuyla yücelmeyi ifade etmektedir.
Tekâsürü putperest bir tutku sayan Kur’an, kevseri yüceltmektedir. Kevser, ölümsüz değerlerin bol bol verileni veya verilmesidir.
Kur’an’ın insanı, tekâsür ile değil, kevser ile mutluluk ve onur arayacaktır. 108. sure (Kevser Suresi) bize göstermektedir ki, kelle sayısı bakımından öne çıkamayan insanlar, kevser değerleriyle yücelebilmektedirler.
Kevser değerlerinde gerilemeye sebep olan bir nüfus artışının bir tekasür sergilemeye başladığının bilinmesi gerekir. Kur’an bu noktada bir uyarı yapmaktadır:
Dünyayı felakete götüren denge bozukluğunun temelinde de nüfus çokluğu ve bunun yarattığı kaos ve korkunun saptırmaları vardır. Nitelikli nüfus, hiçbir zaman çok olmaz. O daima, azlığından yakınılan bir nüfustur. Nüfusun fazlalığından yakınma başladığı anda niteliksiz nüfus var demektir. Bunun diğer anlamı ise kaos ve felaketin başlamış olduğudur.
Kur’an, insanı en büyük emaneti taşıyan varlık olarak gördüğünden yetenekli, üretken, yapıp-eden insan aramaktadır. Sadece fotoğraf ve nüfus kağıdıyla ‘insan’ olan yığınların Kur’an’ın idealindeki ‘emanet taşıyıcı’ sorumlu varlık olmaları söz konusu edilemez.
Nüfus çokluğu yerine nüfusun niteliğini hem de sayısal örnekler vererek öne çıkaran ayetler vardır. Bazılarını görelim:
Çokluk (kesret) kavramına değinen ayetler, bir gerçeği daha ifadeye koymaktadır:
İnsanlık tarihi boyunca çoğunluk daima iğretinin, kötünün ve değersizin yanında yer almıştır ve alacaktır. Bu konuya açık ve net biçimde değinen ayetler 30'a yakındır. (Örnek olarak bk. Yûnus, 92; Bakara, 243; Hûd, 17; Yûsuf, 38, 40, 68, 103; Rûm, 30; Ğâfir, 61, 82)
Mal ve evlat çokluğuna yani niceliğe güvenip niteliği ihmal etmek ve çokluğun verdiği sahte gururla şımarıp azmak, bir yıkım ve düşüş belirtisi olarak gösterilmiştir. Bu noktada örnekler, etkili ve canlı olsun diye, çoğunlukla Muhammed ümmetinin hayatından seçilmiştir.
Ne ilginçtir ki, Kur'an sadece 3 tanesinin adını andığı Asrısaadet savaşlarının birini (Huneyn Savaşı'nı), Müslümanlara nüfus çokluğuna aldanmamaları konusunda ders vermek üzere gündeme getirir:
“Yemin olsun ki, Allah size birçok yerde yardım etti. Huneyn gününde de. Hani, çokluğunuz sizi böbürlendirmişti de bu, hiçbir işinize yaramamıştı. Tüm genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmişti. Sonra da sırtınızı dönüp kaçmıştınız.”
O halde, doğa tahribinin, deyim yerinde ise motorunu frenlemek, düzensiz ve hele hele niteliksiz nüfus artışını durdurmakla âdeta eşanlamlıdır.
Unutmayalım ki, bugünkü 6 milyarlık nüfusu beslemekte yetersiz olmaya başlayan yerküre, 2020’de 9 milyarı aşacak olan dünya nüfusunu besleyemeyecektir.
O halde, buna bugünden çare aramamak, insanlığın intiharı demektir.
Nüfus artışının insanlığı bir felakete doğru götürdüğünü açık ve kesin biçimde ilk kez söyleyen, İngiliz düşünürü protestan Robert Malthus (Rabırt Maltüs) oldu. Malthus’ü eleştirenler konuyu hep ekmek, ev, giysi meselesi olarak gördüler.
Bu yazılarda kendisinden alıntılar yapacağımız ‘Küresel Âfetler’ kitabı tanındığında, insanlığın uykusunu kaçıran âfetler de tanınmış olacaktır.
Her şeyden önce, anılan kitap hakkında bilgi veren Önsöz’ü özetleyelim:
“Bu kitabın dosyasının açılışı Çernobil olayı üzerine olmuştur. Yani 1986 yılında, yani kitabın yayınından 22 yıl önce. Dosya, zaman içinde büyüye büyüye bugüne taşınmış ve nihayet, emektarı tarafından, yayınlanmasına karar verilmiştir.
Çevre, doğa ve uzay kirliliği ile ilgili kaygıların, dünya kamuoyunun zihnini ciddî biçimde meşgul etmeye başlaması 1990’lı yılların başlarından itibarendir.
Bugün gelinen noktada tehdit iki başlı hale gelmiştir:
1. Kirlilik, denge bozulmaları, yozlaşmaların yarattığı fiilî mahrumiyet ve tehditler,
2. Bu tehdide ilişkin haber, yorum, senaryo ve söylentilerin yaydığı korku, umutsuzluk.
Gelinen nokta, yarınları kalmadığını düşünen bir insanlık camiasının dramını sergileyen bir noktadır.
Şu anda beşinci baskısı vitrinlerde.
‘Küresel Âfetler’, Batı dünyasında yankı yaptı. İngilizce’ye çevriliyor. Çevirinin yarıya yaklaştığı haberini aldım.
İngilizce baskıyı ABD’li bir yayıncı yapacak.
Eminim, arkası gelecek; başka yabancı yayıncılar da ilgilenecek.