Savunma gururumuz

Türk basketbolunda artık, ‘Yenilen her kolay sayı, kişiliğimize, formamıza, hatta bayrağımıza yapılan bir hakarettir’ anlayışını uygulamamız gerek. Bana göre iki dilin konuşulduğu kenar yönetimleri etkili olamıyor.

KOMŞUMUZ Yunanistan’ın Avrupa şampiyonluğu bir yandan ümitlerimizi inanca çevirirken, diğer yandan da üzüntümüzü artırdı. Olayın olumlu yanı, biz bugüne kadar ‘Avrupa Şampiyonluğuna oynayabiliriz’ diye yazar çizerken, içimizde hep ‘Acaba’ diye bir soru işareti vardı, ama bugün artık zirveye çok daha iddialı ve inançlı, gözümüzü kırpmadan bakabiliriz. Bu takımla Yunanistan şampiyon olabiliyorsa, artık tartışmaya gerek yok, biz de olabiliriz. Sırbistan&Karadağ’da kaçırdığımız fırsat şimdi çok daha belirginleşti, bu da işin üzücü yanı.

Aldığımız sonucu hazırlayan moral faktörleri, bugüne kadar fazlasıyla tartıştık. Bu yüzden bugün basketbol konuşalım diyorum. Yunanistan’ın şampiyonluğunda şüphesiz tüm rakipleri ürküten sert savunması başrolü oynadı. Peki, biz niye savunmada tutarsızız? Türk oyuncuların savunmayı çok gönülden yapmadıklarını, kafalarında zaman zaman ‘Şu 24 saniye bitse de hücuma geçsek’ diye, bir alt fikir dolaştığını belirtmiştik. Tabi bu durumlarda, adaleler beyinden ‘Ölümüne savaş’ emri almadıkları için savunmalar yetersiz oluyor. Ama Yunanlılar işin çaresini bulmuşlar. Savunmanın teneffüse çıkmasına izin vermiyorlar.

Bundan yıllar önce NBA’in gelmiş geçmiş en başarılı koçlarından Pat Riley, ‘Turnike yasak. Bize kimse kolay basket atamaz’ sloganıyla özetlenecek bir savunma anlayışını uygulamaya koymuştu. Riley’a göre, kendi takımlarının turnike yemesi aşağılayıcı, hakaret dolu, adeta ailelerine küfür yiyip kabullenmekle eş anlamlıydı. Onun antrenmanlarda savunma yaptıkları potaya, ‘Buraya kimse kolay sayı atamaz’ yazılı afişler astığı söylenirdi. Özetle, savunmayı bir onur meselesi yapmıştı.

Yunanlılar bu anlayışı benimsemiş durumdalar. Turnike yemek, onlara ağır hakarete uğrayıp, aşağılanmak gibi geliyor. Bu yüzden de tüm oyuncular, sakatlanma pahasına topla dalış yapan rakibin karşısına çıkıyor ve daldığına pişman ediyorlar. Yaptıkları sert savunmanın ardında yatan gizli moral faktör bu: Aşağılanmamak.

Hele rakip uzunların smaç vurması, turnikeden de daha ağır bir hakaret sayıldığı için, smaça kalkan her pivot etrafında, koluna, beline sarılmış en az 3 kişi buluyor. Rakiplerin her topla dalışında, kendi adamlarını bırakıp alan savunmasına dönüyorlar. Çoğu kere alan mı, adam adama mı savunma yapıyorlar, dışarıdan bile güç anlaşılıyor. Bizim de Türk basketbolunda artık, ‘Savunma bizim gururumuzdur. Yenilen her kolay sayı, kişiliğimize, formamıza, hatta bayrağımıza yapılan bir hakarettir’ anlayışını uygulamamız gerek.

Gelelim lider konusuna... Dirk Nowitzki, ikinci sınıf oyunculardan kurulu Alman takımına final oynattı. Ne kadar güç şartlarda şut atabildiğini görüp, gerçek bir NBA yıldızının Avrupa’da yaratacağı farkı hayranlıkla izledik. Bizim liderimiz yok. Bu yüzden Sırbistan&Karadağ’da Litvanya maçında 32, Hırvat maçında da 18 sayılık aleyhimize farklar oluşurken, dakikalarca, bırakın sayı atmayı, tek bir faul bile kazanamadık. Bu eşine az rastlanan çöküntü periyodlarının hesabını, point-guardlarımız ve teknik kadro vermek zorunda.

İki oyun kurucumuz, Kerem Tunçeri ve Ender Arslan artık zincirin zayıf halkası değiller. Sınıfı geçecek notu, zor da olsa aldılar. Ama takıma sınıf atlatacak performansı bir türlü sergileyemediler. Kerem bazı maçlarda bir üst seviyeye çıkacak gibiydi. Ona da Bogdan Tanjeviç, o meşhur tutarsız adam değiştirmeleriyle mani oldu. Kerem birebirde çok iyi bir savunmacı, Ender’in de yaratıcı gücü var. Ama ikisinin de özgüvenleri yetersiz. Onların başarı yolu, oyunun hemen başlarında iki faul kazanmaktan geçiyor. Ama ikisi de işin farkında değiller, hala özgüven şanslarını uzaktan şut atarak harcıyorlar.

Kenar yönetime gelince... Orada da sinerji yok, 1+1, 2 bile etmiyor. Levent Topsakal ve Orhun Ene Türk basketbolunun iki ümidi, ama çok büyük bir olasılıkla kenarda seslerini duyuramıyorlar. Nihat İziç de şüphesiz Türkiye’nin en iyi antrenörlerinden biri. Ne var ki, o da Tanjeviç gibi sınırsız uyarı ekolünden. Tanjeviç’in tenkidlerini stero olarak ikiye katlıyor. Bu ikisi, ümit takımlarımızı çalıştırsalar Türkiye’yi birkaç yıl sonra kimse tutamaz.

Geriye Doğan Hakyemez kalıyor. Doğan, hayatını basketbola adamış bir spor adamı. Saha kenarında oyun içinde neler oluyor, problemlerin özü nedir, en iyi o biliyor. İstifası bir yana yetkileri artırılmalı. Kenar yönetimin seçiminde Doğan’ın görüşleri ağırlık kazanmalı. Ve yine başarısız olursak, istifa o zaman konuşulmalıdır.

Tekrarlıyalım... Bana göre iki dilin konuşulduğu kenar yönetimleri etkili olamıyor. Avrupa’da da hiçbir takımın başında yabancı antrenör yok. Ben soyunma odasında, ‘Savunma gururumuzdur, gururumuzla kimse oynayamaz’ sözünün, Türkçe söylenmesinden yanayım. Başarı heykeli karşımızda duruyor ve bize ‘Uzaktan bakıp durmayın, benim size gelmemi beklerseniz çok beklersiniz. Artık topallamayın, yürüyüp, koşun gelin, beni söküp alın götürün’ diyor.

Not: Ermal çok karakterli bir oyuncu. Onun doping yapma ihtimali bence sıfır. Ayrıca, görüşlerini benimle paylaşan basketbolseverlere teşekkür ediyorum.
Yazarın Tüm Yazıları