"BURASI Madımak Oteli gibi. Yanıyoruz, bayılanlar var, pencereleri açmak istiyoruz, açamıyoruz, çünkü bu sefer dışardan gelen gaz, içerdeki gazla birleşiyor, gözlerimiz yanıyor, boğazımız yanıyor, nefes alamıyoruz."
Burası DİSK Genel Merkezi. Tarih 1 Mayıs 2008. Polis DİSK Genel Merkezi’ne biber gazı ve gaz bombası atıyor. Gaz öyle güçlük ki, hava, su, her yer gaz.
Biberli gaz, gaz bombası, boyalı su, basınçlı su.
Karşıda düşman var, Türkiye’nin işçileri. Türk polisi, aldığı emri hakkıyla yerine getiriyor, o düşmana karşı savaşıyor.
Oysa, düşmanda ne top var, ne tüfek. Düşmanda çakı bile yok. Düşmanın elinde kucak dolusu karanfil var.
166 ülkede şenliklerle, coşku içinde kutlanan işçilerin bayram günü, İstanbul’da tam anlamıyla devlet terörüne sahne oluyor. Güney Amerika diktatörlükleri gibi. Askeri darbe dönemlerindeki sıkıyönetimler gibi.
GÜLER VE KARA LEKE
İşçilerin Taksim’e çıkmasına izin vermeyen hükümetin gerekçesi,"provokasyon ihbarı".
İhbar doğru çıkıyor, provokasyon dün devlet eliyle gerçekleşiyor.
Tavır öyle insanlık dışı ki, biber gazı nedeniyle, DİSK Genel Merkezi’nde nefesleri kesilen, ölümle burun buruna gelen insanları kurtarmak amacıyla, orada bulunan CHP’li milletvekiller, bakanları ve İstanbul Valisi’ni arıyor.
Bakanlara ve valiye ulaşmak mümkün değil. Uzun süre telefona çıkmıyorlar. Sonunda Vali Muammer Güler lütfediyor ve telefona çıkıyor.
Vali Güler, dün işçilere karşı kullandığı orantısız güçle, adını, İstanbul Valileri Tarihine kara bir leke bırakarak geçiyor.
Karşıda düşman var, Türkiye’nin işçileri. Türk polisi o düşmana karşı savaşıyor. Oysa, düşmanda çakı bile yok. Düşmanda kucak dolusu karanfil.
GENÇ AVI
Biber gazı, gaz bombaları, boyalı ve basınçlı su sınır tanımıyor.
Akıl almaz bu düşmanca tavır, işçi liderlerinin sağduyusunu yine de bozmaya yetmiyor. DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi son derece akıllı ve soğuk kanlı bir mantıkla, Taksim’e yürüyüşten vazgeçtiklerini açıklıyor. Çok daha ürkütücü sonuçları engellemek amacıyla.
Buna rağmen...
Süleyman Çelebi yürüyüşe nokta koyduklarını açıklamasından iki saat sonra, polis sokaklarda hálá genç avına çıkmış gibi.
Birer, ikişer kişilik gruplar halinde yürüyen genç insanlar polisin coplarından kendini kurtaramıyor.
Bu ne kin, bu ne nefret, ne bu garez, bu ne hınç? Nedir bu düşmanca tutumun kaynağı? Masum bir yürüyüş isteğine, demokratik bir hakkın kullanılmak istenmesine orantısız karşılık vermek hangi duygunun eseri? Düşünce olamaz, çünkü düşünce kırıntısında bile, bir mantık var. Burada mantık iflas ediyor. Bu iflas bilinmeyen değil.
Ben devletin döverim, ben devletim vururum, ben devletim işkence yaparım, ben...
AKIL ARANIYOR
AKP aldığı darbelere bir yenisini ekliyor. Türbanla başlayan toplumsal bölünme, şimdi farklı bir frekansla hız kazanıyor.
DİSK Genel Merkezi’nde gazdan boğazı yanan bir işçi, Ahmet Arif’in şiirini anımsıyor:
"Vurun ulan vurun, ben kolay ölmem, ocakta küllenmiş közüm, karnımda sözüm var."
Bugün 2 Mayıs 2008. Türkiye artık eski Türkiye değil. Nereye koştuğu belli olmayan, aklını arayan bir ülke.