Korkuyla çıldıran kabile

ARALARINA bir beyazı ilk kez alıyorlar. Çok uzun yıllar sonra. Oysa, taş devrinden kalan bir kabile değil.

Miskito kabilesi!.. Nikaragua’nın kuzeyinde Honduras sınırına yakın bir bölgede yaşıyor. 150 bin nüfusa sahip. Bir anlamda Kızılderili. Bununla birlikte, yüz yıldan bu yana Anglikan kilisesine bağlı. Yani, Hıristiyan. Yani, öyle puta ya da doğa güçlerine tapmıyor.

Yine de, korkularıyla yaşayan bir kabile. Korkuları hastalık halinde.

Belki de, dinsel yakınlığın etkisiyle, aslında beyazlar kendilerini bu kabileye yakın hissediyor. Örneğin, önüne gelen ne varsa yıkıp döken bir tayfun sonrasında, Amerikalılar Miskitolar’ın evlerini yeniliyor. Ağaçtan barakalar yerine, taştan evler inşa ediyor. Su pompaları, elektrik kabloları ile köyü biraz daha günümüze uygun hale getirmeye çalışıyor.

Bu yakınlığa rağmen, beyazlarla işbirliğini onlar geleneklerine aykırı buluyor. Taa ki, bütün Miskito bölgesini ki, sekiz-on köyü kapsıyor, bir korku, bir hastalık sarıncaya dek...

*

MİSKİTO dilinde, Grisi Siknis, bir tür korku hastalığı. Ormandaki şeytanlar, insan eti yiyen böcekler, hayaletlerin intikamı, bilinmeyen düşmanın tehdidi, insanı çıldırtan sesler...

Gerilim filmlerinde, bataklıktaki savaşlarda, Afrika ya da Güneydoğu Asya’nın uçsuz bucaksız sazlıklarında, o anda insanın karşısına ne çıkacağı bilinmeyen bir belirsizlik ve onun yarattığı korku!.. Gerçek değil, sadece bir korku!..

Ne var ki, bu korkuya kapılan Miskitolar’ın sayısı her geçen gün artıyor. Bu nedenle çıldıran, amaçsızca bir yöne doğru koşturan ve durmadan devam eden, kendi yakınlarına saldıran, epilepsi geçiren, hatta intihar edenlerin sayısı her geçen gün artıyor.

Bir beyazın kabilece kabulü bu olayların sonucu. Nikaragua yönetimi Doktor Carlos Fletes’i araştırma yapmak ve sorunu çözmek üzere, o bölgeye gönderiyor. Miskitolar yardıma muhtaç, doktora evlerini açıyor.

Kendi aralarında Grisi Siknis, diyorlar, doktor hiçbir şey anlamıyor!.. Bir süre onlarla birlikte yaşamaya başlıyor. İşte, o gün 15 yaşındaki İsabel çamaşır yıkamak için gittiği ormandan geri dönerken, Grisi Siknis’e yakalanıyor. Şeytan gördüğünü bağıra çağıra anlatırken, bir anda yere yığılıp kalıyor, evet maalesef ölüyor!..

Doktor Fletes şok!.. Muayene ediyor, hatta otopsiye gönderiyor, fiziksel hiçbir olumsuz bulguya rastlanmıyor, ama kız ölüyor.

Bunun üzerine bölgeye bir sosyolog, bir psikolog ve bir grup doktor daha gönderiliyor. Çaresiz!.. Grisi Siknis, can almaya devam ediyor.

*

İNANMAK güç ama, derken ortaya bir büyücü çıkıyor!.. Büyücü Sol Fork...

‘Sol’, güneş anlamında, iyilik meleklerinin simgesi, ‘fork’, çatal anlamında, şeytanları kovmanın simgesi. Yani, güneş çatalı, korkuyla mücadelenin simgesi olmak üzere...

Sol Fork, o doktorların, sosyoloğun ve psikoloğun gözleri önünde çeşitli bitkileri kaynatıyor. Kaynama sırasında çıkan kokuyu Miskitoların içine çektiriyor, kaynayan bitki sularıyla da köyü suluyor. Şeytanları ve kötülükleri kovuyor!..

Yoo, olmaz böyle bir şey!.. Hastalığa yakalanan Miskitolar’ın bir bölümü iyileşiyor, geçmişe dönük hiçbir şey anımsamayan bu insanlar sükûnete kavuşuyor.

*

EVET, bugünlerde, günümüzde, 2005’te!.. Şeytanlar, korkular, büyücüler, kaynayan bitkilerle korkularından arınan hastalar!..

Devamı artık bilimsel... Birleşmiş Milletler’den bir heyet geliyor bölgeye. Her türlü bilim dallarından uzmanlar. Araştırıyorlar, önümüzdeki ilk uluslararası psikoloji kongresinde nedenleri ve sonuçları açıklamak amacıyla. İlk bulgu, kolektif histeri!..

Taa o kadar uzaklara gitmeye ne gerek, kolektif histeriyle zaman zaman hiç mi karşılaşmıyoruz!.. Ne doktor, ne büyücü, kolektif histeriyle yaşayıp giden ulus sayısı çok mu az!..
Yazarın Tüm Yazıları