Paylaş
-Karayollarında hızlı geçiş sistem kartı dağıtımı,
-ÖSYM sınav başvurusu,
-Kömür alımında bir bankaya ait kredi dağıtımı,
-Bankaların kredi ürünlerinin pazarlanması,
-PTT’nin kendi işlevi,
-Ve evrak getir, götür.
Bu görevlerin yerine getirilmesinden Posta Telefon Telgraf (PTT) kurumu sorumlu. Bu görevleri yerine getirmeye çalışıyor, ama büyük aksaklıklarla.
Bir PTT şubesinde gördüğüm manzarayı bir kaç gün önce beş, altı satırla özetleyince, hem PTT çalışanlarından, hem yurttaşlardan PTT ile ilgili şikayetler çığ gibi akmaya başlıyor.
Çalışanlardan gelen şikayetlerle yurttaşlardan gelen şikayetler aynı yerde çakışıyor. Çalışanlar da, halk da, “gişe çok, iş yapan az” şikayetinde buluşuyor.
KAR EDİYOR AMA
Yukarıda sıraladığım işlere bakmak yetiyor. ÖSYM ya da kömür dağıtımı ya da banka kredi ürünü pazarlaması ile PTT’nin ne ilgisi var? Ya da kara yollarında geçerli olacak hızlı geçiş sistem kartını neden PTT dağıtıyor?
Daha doğrusu kolayca dağıtamıyor, çünkü bir şubede sekiz, dokuz gişe var, ama çalışan sadece üç kişi. PTT kötü hizmet veriyor, aslında veremiyor.
Kötü hizmete karşılık, PTT’nin kendisine bağlı bulunduğu Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım PTT’nin kar etmesiyle övünüyor. Güzel etsin, ama kendisine öneriyorum, sıradan bir yurttaş olarak, herhangi bir işi için bir PTT şubesine gitsin, bakalım ne kadar bekleyecek, bekledikten sonra PTT’nin kar etmesiyle hala övünebilecek mi?
ÖZELLEŞME İDDİASI
Aldığım pek çok e-mailde insanlar PTT ile bir macerasını anlatıyor.
Geciken mektuplar, gelmeyen telefon hizmetleri, uzun süre beklemeler, şubelere gidenlere “neden geldiniz” gibi davranışlar, v.s. Peki, neden böyle?
PTT’nin özelleşmesine ortam hazırlanıyor, iddiası var. Kötü hizmetten halk bıkacak, hükümet çare olarak özelleştirmeyi sunacak, iddiası. Olabilir.
PTT öyle büyük bir konu değil ama, gündelik hayatın içinde hepimizi artık bıktıran bir sorun. Bir dokun, bin dinle.
Gelen şikayetlerin sayısı ve içeriği bunu gösteriyor. PTT’ye işim düşünce, “eyvah” diyorum, gitti yine en azından 45-50 dakika.
‘Bizi de say’
“Demokratik ve laik bir hukuk devletinde bir görüşün ifade edilmesi ağır suçlara ve hapis cezalarına neden olmamalıdır”.
102 Alman Parlamenterin, aralarında Türk kökenli olanlar da var, piyanist Fazıl Say’a destek olmak üzere, Tayyip Erdoğan’a yazdıkları mektup bu cümle ile son buluyor.
Say, ne cam kırmış, ne çerçeve indirmiş, ne kimseyle kavga etmiş, sadece görüş açıklamış. Hakkında acele “halkın benimsediği dini değerleri aşağıladığı” gerekçesiyle dava açılıyor. Dün duruşmaya katılanlar, “Buradayız, bizi de Say” diye slogan atıyor.
Say’ın yargılanma günü, kaderin cilvesi, AB İlerleme Raporunun yayınlandığı haftaya rastlıyor. “İfade özgürlüğünün olmadığını” vurgulayan rapor daha o hafta haklı çıkıyor. Ha o raporun bir anayasa profesörü tarafından çöpe atılması, ha Say’ın yargılanması, ikisi birbirini tamamlıyor.
Hiç kimse konuşmasın, hiç kimse düzenin krallarının hoşlanmayacağı sözler söylemesin, buna en olmaması gerekenler, bilim adamları ve sanatçılar da dahil olsun.
Sesini çıkartanın başı ezilsin.
AKP sıkışırsa MHP’si var
Meclis genel kurulunda herhangi bir oturum. Muhalefetin herhangi bir girişimi, herhangi bir isteği için tek bir oya ihtiyacı var. MHP milletvekilleri orada.
Hiç bir MHP milletvekili diğer muhalefet partileriyle işbirliğine girmiyor. O tek oyu hiç biri vermiyor. Bundan iktidar kazançlı çıkıyor.
Sadece Suriye tezkeresi, erken yerel seçim tarihi ya da Cumhur-başkanlığı seçimi gibi Meclis’teki temel oylamalarda değil, en küçük bir işbirliğinde bile, MHP’yi muhalefet safında görmek mümkün değil. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na yönelik eleştirilerde bile, AKP yanında yer alıyor.
Parti toplantılarında iktidara serzenişler ya da genel kuruldaki çıkışlar bir şey ifade etmiyor. MHP, AKP’nin peşine takılmış, almış başını gidiyor.
Paylaş