Paylaş
Mustafa Kemal Ankara’ya telgraf çekiyor:
“Fikriye Hanım’ın iki gün içinde emniyetli biçimde Keskin’e hareket etmesini sağlayınız, mühim eşyalarını Kayseri’ye gönderiniz.”(Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, s.323).
Ülkesini kurtarmak için savaşan Mustafa Kemal, aynı anda sevdiği kadını düşünüyor.
29 Ağustos 1922, ertesi sabah Büyük Taarruz başlayacak. Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Fahrettin Altay ve diğer komutanlar akşam son durumu gözden geçiriyor, sabaha karşı buluşmak üzere ayrılıyor. 03.00’te buluştuklarında, bir saat sonra taarruz başlayacak, Mustafa Kemal, “Reşat Nuri’nin Çalıkuşu’nu okuyorum, müthiş etkileyici.” (Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler, s.287).
Ülkenin ölüm kalım meselesi. Mustafa Kemal o gece roman okuyor.
Tutkuları, inadı, sevgisi, iradesi, idealleri, pragmatik dokusu ve her yönüyle Mustafa Kemal bir insan.
Amerikalılar bu nedenle, “Atatürk’ün başarıları efsanevidir” diyor. (Preston Hughes, Türkiye’nin Demokratikleşme Sürecinde Atatürkçülük, s.11).
İKİ DRAMATİK AN
Onu liderliğe taşıyan, ülkeyi kurtuluşa götüren yolda sayısız engel, sayısız kritik an var. Bana göre, ikisi çok dramatik.
İlki, Ermeni saldırılarını önlemek üzere, onun ordu müfettişi olarak Karadeniz’e gönderilmesi. İngiliz istihbaratı bunu atlıyor. İyi ki, atlıyor. İngilizlerin boş bulunmasını Alev Coşkun “Altı Ay” isimli araştırmasında çok iyi anlatıyor.
İkincisi, tüm rütbelerinden arınmış iken, 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir ona “emrinizdeyim” diyor ve tarihsel destek veriyor.
Bugün, varlığımıza katkıda bulunan iki dramatik an.
Osmanlı onu mahkum ediyor. Mahkumiyet onun inadını pekiştiriyor. Osmanlı onu sürgüne gönderiyor. Sürgün onun ilham ve cesaretini perçinliyor.
ZEKÂ VE EYLEM
TBMM açıldıktan sonra, ilk resmi mektubu Lenin’e gönderiyor. O halde Mustafa Kemal komünistlere ödün veriyor.
TBMM’nin ilk bildirisi İslam Alemine. O halde Mustafa Kemal dincilere ödün veriyor.
Elbette, ikisi de değil. Sadece muhteşem pratik zeka ve eylem adamı.
Hilafetin kaldırılmasına karşı çıkanlara karşı, “muhtemel ki, bazı kafalar kesilecektir” üslubuyla tam bir diktatör.
Mecliste hükümeti eleştirenlere karşı, “muhalefet tek bir kişiden bile oluşsa, o kişi dışlanmayacaktır” diyecek kadar demokrat. (Kazım Özalp, Atatürk’ten Anılar, s.19).
71 yıl, 1938-2009, Atatürk’ü anlamaya direnmekle geçiyor. Özellikle, demokrasiye müdahale açısından.
İÇİMİZDE
Her darbe yapan ve darbeye heves eden, bu işi mutlaka Atatürkçülük adına yapıyor. 1964’ten sonra, her yıl Atatürk’ün Kara Harp Okuluna giriş tarihi olan 13 Mart’ta yoklama sırasında Mustafa Kemal adı okunduğunda, askeri öğrencilerin hep bir ağızdan “içimizde” diyerek ayağa kalkması, müdahale hevesinin simgesi gibi.
Resmi ideoloji olarak Kemalizm ya da Atatürkçülük ilk kez 1941’de Türk İnkılap Tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti dersi içinde okullarda öğretilmeye başlanıyor.
1966’da vatansever gençlik yetiştirmek amacıyla, Milli Savunma Dersi yerine Milli Güvenlik Dersleri konuyor. 1973’te yeni bir kitap, 1977’de yeniden, 1979’da tekrar yeni kitap, hepsi Atatürkçülük dersi. 12 Eylül döneminde sil baştan Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihimiz kitabı.
Çaya, çorbaya limon gibi, darbeleri meşru kılmak için Atatürkçülük.
Bu kadar Atatürkçülük, sonunda darbeci bir generali bile kızdırıyor:
“Rejimin adı hoş, fakat Kemalizm ile hiç alakası yok, Atatürk’ün ruhuna işkence eder”. (Muhsin Batur, Anılar ve Görüşler, s.224).
Onca kitaba rağmen, asıl eksik, pek az ilgi gösterilen Atatürk’ün kendi el yazısıyla kaleme aldığı “Medeni Bilgiler I” kitabı. Siyasal düşüncelerini akademik biçimde açıkladığı kitap. (Preston Hughes, a.g.k., s.124).
O kitabı okuyup anlayan ne darbeye kalkar, ne dini siyasete alet eder.
Paylaş