BİR kaza sonucu, sekiz-on yaşlarında bir çocuk İzmir’de kimyasal yanıkla karşı karşıya kalıyor.
On gün önce AKP Genel Merkezi. Tayyip Erdoğan ve arkadaşları birlikte öğle yemeğindeler. TV açık. Yemek yerken, haberleri izliyorlar.
Ekrana yanık çocuk haberi geldiğinde, Erdoğan derhal ilgileniyor. İzmir Valisi, Sağlık Bakanı ve konuyla ilgili olabilecek diğer görevlileri arıyor:
"Bu çocuğu bulun, hastaneye kaldırın ve tedavisini yapın".
Erdoğan ilgisini sürdürüyor:
"Çocuğun annesi Irak’ta imiş. Annesini bulun, özel uçak göndereceğim, annesini buraya getirin, çocuk küçük, annesine ihtiyaç duyar".
Çocuk bulunuyor ve tedavi altına alınıyor.
İnsanı açıdan çok duyarlı bir girişim. Onca işin arasında, tek bir çocukla böylesine ilgilenmek, üstelik, ilgiyi, ilgi olsun diye değil, gerçekten göstermek.
Tıpkı, Hrant Dink’in çocuklarına gösterdiği ilgi gibi. Hiç kimsenin haberi olmadan, Erdoğan birkaç kez Dink’in çocuklarını ziyaret ediyor, "istediğiniz zaman bana ulaşabilirsiniz" güvencesiyle.
ERDOĞAN AĞLIYOR
Ya da birkaç ay öncesinde bir trafik kazası haberine gösterdiği ilgi.
Manisa’da sekiz tarım işçisi trafik kazasında ölüyor. Cenazelerin Güneydoğu’da bir kente gönderilmesi gerek. Sekiz işçinin cenazesi ambulans yerine, bir kamyonete öylece atılıyor.
Haberi, yine tesadüf, Erdoğan AKP Genel Merkezinde öğreniyor. Çılgına dönüyor, valiyi arayarak söylemediğini bırakmıyor. Hatta, cenazelerin bir eşya gibi, kamyonete yüklenmesi karşısında, gözlerinden yaşlar boşanıyor.
Vali, hiç kimsenin kendisinden bir talepte bulunmadığını söylediğinde, "bu millet onurludur, bir şey istemez, sen yapacaksın" diye iyice öfkeleniyor.
Ağlaması, bu ölçüde ilgilenmesi, gösteriş değil, içten gelen bir duygu.
YA PEKİ ÖTEKİLER
Bir yanda bu insani duygular, öte yanda:
-Ananı da al, git.
-Beğenmiyorsan, vatandaşlıktan çek git.
-Sen kimsin be, ben Allah’tan başka kimseden korkmam.
-Kendine gel, kendine.
-Sen nerdensin, hımm, demek Radikal.
Ağzından çıkan argo sözler bir yana, işine gelmeyen soruları soran genç gazeteci arkadaşlarıma attığı fırçalar, kendisini eleştiren gazeteci ve politikacılara açtığı yüzlerce dava, tahammülsüzlük, uzlaşmadan uzak, sürekli sen, ben, bizim oğlan vaziyeti, onlarla beraber olmak, eleştiriden ders almak yerine, kavga etmek, ara sıra sözünde durmamak, kendi bildiğini hep doğru sanmak, genellikle hırçın bir profil. Kasımpaşalı nitelemesinin açıklamaya yetmediği, ruh dünyasındaki iniş-çıkışlar.
Bunlardan hangisi gerçek Tayyip Erdoğan? Hangisi?
Hasta bir çocuğun tedavisi için, her şeyi bırakıp, o çocuğa koşan mı, yoksa beğenmediği tepkiler karşısında, halkına hakaret eden mi? Hangisi?
Eleştiriler karşısında Avrupa’da dava açma rekorunu elinde bulunduran Başbakan mı, yoksa cenazelerin kamyonete yüklenmesine ağlayan Erdoğan mı? Hangisi?
Duygusallıkla kavga arasında gidip gelen, karmaşık bir ruh hali. Biri elbette iyi. Öteki hepimize zarar veriyor. Dolayısıyla, bir denge gerekiyor.
Fransız elçisine boykot
ASKERLERİN verdiği, üzerinde pek çok tartışılan 30 Ağustos resepsiyonunda dikkatten kaçan bir olay var. Gözler hep Gül-Erdoğan-Büyükanıt üçgeninde dolaştığı için, başka yerlere bakmak geride kalıyor.
Geçenlerde bir haber: "Genelkurmay Başkanı Büyükanıt istifa ediyor".
Bu yalan haber Türkiye’de şöyle bir dalgalanıyor. Genelkurmay araştırıyor ve buluyor ki, haber Fransa kaynaklı.
Genelkurmayın tepkisi gecikmiyor. Yıllar ve yıllardır, Fransa’nın Ankara Büyükelçisi 30 Ağustos resepsiyonuna ilk kez davet edilmiyor.
Fransa neden böyle bir yalan habere yataklık ediyor, o sır hala çözülmüş değil.