Paylaş
Arkasında öyle aman aman büyük sırlar filan yok. Dönemine göre, ya ülkeyi karıştırmak ve darbeye doğru yol almak ya bir yerde, kendi mantığına göre bir operasyon yapılacaksa, ağır bir karar alınacaksa, onun ortamını hazırlamak ya da “sen artık fazla oluyorsun” diyerek, o kişiyi öldürmek, topluma gözdağı vermek. Gelsin, faili meçhuller.
Bir süre önce, faili meçhul cinayetlere kurban giden aileler ayaklanıyor. Sadece demeç vermek ya da TV’lerde söz haklarını kullanmak değil. Onun ötesinde, oluşturdukları platformla, cinayetlerin aydınlatılmasını istiyor.
BDT ÖNERİSİ
Ailelerin çeşitli makamlarla görüşmeleri ciddi yankı uyandırıyor. Başbakan Erdoğan da, konuya ilgi gösteriyor:
“Bu cinayetlerin aydınlatılması için gereken adımları atmak gerek”.
Ne yapmak gerek? İktidar partisinin önde gelenleri, bu adımların atılması için Meclis desteğinin şart olduğunu söylüyor. Adım atarız, yeter ki, Meclisten destek gelsin, sözü. İlle de Meclisten.
O destek, 10 Şubat 2010’da, yirmi gün önce geliyor. Aman, ne güzel.
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Meclis Başkanlığına bir öneri veriyor:
“1990 yılından başlamak üzere, günümüze kadar halen devam etmekte olan ve kamuoyunda “faili meçhul cinayetler” olarak bilinen cinayetlerin araştırılması amacıyla, Meclis Araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz”.
BDT, bu cinayetlerin aydınlatılmamış olmasını, toplumsal huzurun ve demokratikleşmenin engeli görüyor. Bu karanlık örtü kalkmadan, ülkenin güvenli olmayacağını vurguluyor.
Haklı.
RED OYLARI
İşte, fırsat. İşte, geçmiş kirlerin temizlenmesi için, milli iradenin adımı. Üstelik, bunu daha önce Tayyip Erdoğan da dile getiriyor.
Eski deyimle, heyhat. Yeni söylemle, “ne yazık ki” diye başlamak gerek.
BDT’nin Meclis Araştırması isteyen önerisi iktidar partisinin oylarıyla ret ediliyor, geri çevriliyor, istenmiyor.
Hangi demokrasi? Faili meçhullerle hangi uğraş? Daha önce bu yolda verilen sözler nerede kalıyor? İnandırıcılık neresinde bunun?
İstenen Meclis desteği iktidarın ayağına geliyor, ancak iktidar partisi topu taca atıyor. Nedenini anlamak zor.
Atılan nutuklar orada, uygulama burada. Arada dağlar kadar fark var.
Şili’ye hayran oldum
ALMAN TV’sinde hem inşaat mühendisi, hem deprem uzmanı biri Şili’de yaşanan depremin etkisini anlatıyor:
“İnsanların hayatlarına mal olan, binaları, yolları yıkan depremin kendisi değildir. Depremin olacağını bile bile, o binaları depreme dayanıklı biçimde yapmamak, ona göre imar planları düzenlememektedir.
Şili’de tarihin en büyük depremlerinden biri oldu, ama insan ve bina açısından görülen zarar, çok küçük. Depremin büyüklüğü ile uzak-yakın ilgili değil, çünkü orada deprem hesaplanmış, her şey ona göre yapılmış”.
TV’de Alman uzmanı izlerken, Türkiye’yi düşünüyorum. Bırakın 8.8 gibi korkunç bir şiddeti, 5-5.5’luk depremler bile, bizde ne can kayıplarına, ne kent çöküntülerine uğruyor, görüyoruz.
Şili’de binaların yapımında çalma, çırpma pek yok anlaşılan. Betonarme hesaplarına uygun yapılıyor anlaşılan. İmar planları bilimsel ve birilerine kıyak çekme uğruna, planların dışına kimse çıkmıyor anlaşılan.
Şili uygar bir ülke anlaşılan.
Paylaş