‘TÜRKİYE Cumhuriyeti’nin haysiyetini korumak için, aksine talimatları yoksa, bugün saat 14.00’teki THY uçağıyla Ankara’ya dönüyorum.’
Diplomasi tarihimizin bu ünlü telgrafı altında dönemin Paris Büyükelçisi Hasan Esat Işık imzası var. Yıl 1972. Fransa, Lyon’da soykırımı simgeleyen Ermeni Anıtı açılmasına izin veriyor. Türkiye’nin bütün çabalarına rağmen, Fransa Ermenilere verdiği sözden geri dönmüyor. Anıt açılınca, Hasan Esat Işık Ankara’ya bu telgrafı gönderiyor. O dönemde Dışişleri Bakanı Haluk Bayülken. Telgrafı ilk gören, o sırada mesleğinin ilk basamaklarında özel kalem müdürü olarak görev yapan, emekli büyükelçi Yalım Eralp. Eralp, telgrafı bakana götürüyor. “Türkiye Cumhuriyeti’nin haysiyetini korumak için” diye başlayan bir telgrafa bakanın yapacağı bir şey yok. Daha sonra Ecevit hükümetinde Milli Savunma Bakanı olarak görev alacak olan Paris Büyükelçisi Hasan Esat Işık o gün 14.00 uçağı ile Türkiye’ye dönüyor. NEŞENİZ BİLİR Bu olayın patlak verdiği 1972, Türkiye’de 12 Mart faşist darbe dönemi. Seçilmiş değil, darbeciler tarafından atanmış bir hükümet işbaşında. Türkiye iki yıl süreyle Paris’e büyükelçi göndermiyor. Fransa ile ilişkiler nane vaziyetinde. Büyükelçi göndermemek, Paris’ten başlayarak Türkiye’yi Avrupa’da yalnızlığa itiyor. İlk tepkide haklı, ama sonrasında diplomatik yollar var. Sen sadece büyükelçini çek ve bekle, olmuyor, yürümüyor. İki yıl sonra Ankara girişimde bulunarak, Paris’e büyükelçi göndereceğini bildiriyor. Fransa Dışişleri Bakanı şöyle cevaplıyor: “Neşeniz bilir, nasıl isterseniz”. AĞAÇ DİKELİM Bu söze istediğimiz kadar kızalım, durum bu, adamların umursadığı filan yok. Bizim neşemiz yerine geliyor, büyükelçi göndermekte kararlıyız. Ama, o anıt bizi rahatsız ediyor. Bakan Haluk Bayülken Fransız meslektaşına öneriyor: “Anıtın önüne bir ağaç dikelim”. Hani, anıt görünmesin, diye. Fransız Bakan fırsatı kaçırmıyor: “O zaman bizim Orman Bakanı ile görüşeceksiniz.” Küstahlık mı, terbiyesizlik mi, densizlik mi, boşverin bunları. Sen büyükelçini çekmişsin, çekmemişsin, yeniden yollayacakmışsın, adamların umurunda olmuyor. İşte, tarihi örnek. Ben büyükelçimi çektim, diye sen içerde istediğin gibi böbürlen, iç politikada belki biraz satışı olabilir ama, kısa ömürlü bir satış. Oysa, dışarıda millet seninle dalga geçiyor, senin gradon düşüyor. Tarihten ders almak diye, sözüm ona bir kural var ya, alınır alınmaz bilemem, ama işte ders alınacak bir örnek. KANAYAN YARA Dış politika işte böyle bir şey. Ermenistan ile protokol imzalıyoruz. Protokolü Ermenistan deliyor, mızıkan taraf olarak tescil edileceği sırada, diaspora harekete geçiyor, bazı ülkelerin meclislerinde soykırım yasasını kabul ettiriyor, derken müthiş bir gaf ortalığı iyice dağıtıyor: “Türkiye’de çalışan yüz bin Ermeni’yi yurtdışına sürerim”. Türkiye benzer bir olayı 1964’te yaşıyor. Kıbrıs’ta Türklerin öldürülmesi üzerine, iktidardaki CHP-AP Koalisyonu Türkiye’deki Rumları sınır dışı ediyor. Aradan neredeyse elli yıl geçiyor, o hâlâ kanayan yara, bir türlü kapanmıyor. Bu gibi durumlarda biraz pratik tarih bilgisine ihtiyaç var. Dinleyen olursa elbette.