KRUSÇEV ile Chaves. İkisinin de, sağı solu belli değil. Uluslararası politikada ikisi de, aklı başında lider ve ülkeler tarafından yalnız bırakılıyor.
Yaklaşık elli yıl önce Krusçev Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda konuşurken ayakkabısını çıkartıyor ve kürsüye vuruyor. Haklı olduğuna yürekten inanan hazret çok kızgın. Bu skandal elli yıldır unutulmuyor, ne zaman anımsansa, gülümsemeyle karşılanıyor.
Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chaves’in marifeti çok, ama yenisi var. Bir panelde konuşurken, İspanya eski başbakanına "sen uşaksın" diyor. Orada bulunan İspanya Kralı Carlos fena sinirleniyor, "sen sus ve otur yerine" diyerek, Chaves’i azarlıyor.
Nerede, nasıl konuşacağını bilmeyenler dünyada azarlanıyor. Daha kötüsü, uluslararası arenada yalnızlığa itiliyor.
KASIMPAŞA DAVOS’TA
Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Simon Peres’le kavgası, o artık tartışma filan değil, Türkiye’nin yalnızlık kapısını sonuna kadar açıyor.
Önce durum tespiti.
Savaş İsrail ile Hamas arasında, ama Davos’ta panelde Türkiye var. Çünkü, Türkiye Hamas’ın temsilcisi gibi. Herkes artık böyle algılıyor.
Oturumu yöneten gazeteci taraflı davranıyor, Erdoğan’ı sinirlendiriyor. Buradan Erdoğan’a bir puan.
Nobel Barış Ödülü sahibi Peres, Erdoğan’a karşı saldırgan. Erdoğan’a cevap hakkı doğuyor. Ona buradan da bir puan.
Sinirlerine hakim olamayan Erdoğan, nezaket kuralları, dış politika manevraları ve başka ne varsa, hepsini ayaklar altına alarak, Peres’e, "sen" diye başlayan tiradında, kazandığı puanları kaybetmeye başlıyor. Türkiye’deki alışkanlığı fena halde sürüyor ve karşısındaki azarlamaya başlıyor. Kasımpaşa Davos’a taşınıyor. Hepimiz için tehlikeli bir durum.
Ok yaydan çıkıyor. Gözleri yuvalarından fırlayacak gibi. Diktatoryal sinyaller. O saatten sonra artık iç politika çanları devreye giriyor. En büyük kabadayı, bizim kabadayı.
Paneli o sinirle terk ediyor. Gerçi daha sonra basın toplantısında, sakin ve hafif geri adım atıyor ama, başta Amerika, tüm ülkelerin gözlemcileri, yaşanan sahneleri kayda geçiyor. Bu kayıtların Türkçe’si var. Bu hezeyan, günün birinde bize yol, su, elektrik olarak dönecek. Buna hiç kuşku yok.
TÜRK-İSRAİL SAVAŞI
Türkiye kırk, elli yıldır dış politikada şu ya da bu biçimde elde ettiği puanları tek bir panelde harcıyor.
Türkiye’nin elinde tek kart kalıyor, çok yönlü dış politika yerine, koyu Hamasçı bir kısırlık.
Bundan daha kötü olan, İsrail ile ilişkiler. Uzantısı, Amerika ile ilişkiler. Artık çetrefil. Her ne kadar Peres sıcağı sıcağına Erdoğan’ı arayarak özür dilese bile, o bir politik manevra, bazıları yorum yapıyor, "İsrail ile ilişkimiz eskisinden daha iyi olur" diye. Aldatma çabası ile saflık oyunu birbirine giriyor.
Gazze saldırısından sonra, Erdoğan’ın verdiği tepkiler, haklı olsa dahi, hep abartılı, hep duygusal, devlet adamlığı ile uzak yakın ilgisi yok. Davos macerası ile bardak taşıyor.
Yoksa, Türk-İsrail Savaşı mı çıkıyor? Ne oluyoruz ya? Anladık, İsrail haksız, Erdoğan haklı tarafı tutuyor, anladık, İsrail insanlık dışı işler yapıyor, bunu ondan başka net söyleyen yok, anladık, ama ne oluyoruz?
Bu yalnızlık, tipik Ortadoğu ülkesi yolculuğuna yalnızlık. Elinde kozu kalmayan bir yalnızlık.
Kimin umurunda? Şakşakçı ve yalaka takıma gün doğuyor. Cehalet kuyusundan attırılan yorumların bir bölümü aşağılık duygusu ürünü. Bir bölümü ise, iç politika kazanı.
Öyle iç politika ki, gece yarısından sonra İstanbul’da Erdoğan’ı karşılamak için acele bir konvoy oluşuyor ve bedava metro ve boy boy pankartlar.
Yerel seçimlere giderken, artık her mitingde, "Davos Fatihi Aramızda". Ama, o sırada biz neredeyiz, ne önemi var, çalsın sazlar, oynasın kızlar.