2-4 Ekim arasında bu tür sorular Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü bekliyor. Strasbourg’da, Avrupa Konseyi’nde.
KKTC’yi ayrı tutarsak, Gül’ün ilk yurt dışı gezisi Avrupa Konseyi’ne. Gül, Avrupa Konseyi’nin bu yıl açılışında onur konuğu. Genel kurulda konuşma yapması öngörülüyor.
Konuşmadan sonra, kürsüde kalıyor. Ve sorular başlıyor. Siyasal gruplar ve kişiler tek tek soru yöneltiyor. Gül’ün hemen o anda yanıtlaması gerekiyor.
Laiklik, ifade özgürlüğü, azınlık hakları başta olmak üzere, Türkiye’nin iç ve dış politikası, hukuku ve akla gelebilecek her türlü sorunu ile ilgili.
Sorularda atış serbest. O nedenle, Gül istesin ya da istemesin, orası Avrupa Konseyi, hiç fark etmiyor, isteyen istediği soruyu soruyor.
Refah Partisi döneminde, RP milletvekili olarak, Avrupa Konseyi parlamenterleri arasında yer alıyor. Orada sekiz yıl görev yapıyor. O nedenle, kitaplar, filmler ve başka araçlarla öğrendiği Avrupa Demokrasisi içinde fiilen yaşıyor. O tadı alıyor. Sekiz yıl az değil. Demokrasi kavramı ve uygulaması hakkında, kolay bulunur bir deney değil.
O kadar ki, örneğin, Refah Partisi kapatıldığında, Gül, yanına Avrupalı parlamenterleri alıyor ve onlarla birlikte Avrupa Konseyi binasında basın toplantısı düzenliyor:
"Parti kapatmak demokrasiye aykırı. Düşünce ve ifade özgürlüğüne aykırı. Her türlü düşüncenin serbestçe ifade edilmesi ve bu yönde örgütlenmenin serbest bırakılması gerekir. Demokrasinin özü budur."
Alkışlanacak sözler. Kim katılmaz ki, bu sözlere?
ÖVÜNÜYOR
Avrupa Konseyi’nde geçirdiği sekiz yıllık deneyi ile Gül her zaman övünüyor. Sık sık, orada demokrasi adına pek çok şey öğrendiğini belirtiyor. Şu sözler kendisine ait:
"Avrupa Konseyi benim demokrasi okulum."
İlginç olan, bizim siyasiler kendilerini yurt dışına atınca, oradaki uygulamaları görünce, "neden bizde böyle değil" diye, ister istemez, içeriye dönüp bakıyor ve ülkesini sorguluyor.
İşin başına geçtiğinde, o uygulamaları bizzat yapmak konumuna gelince, nedense elleri, ayakları ve dilleri tutuluyor. Onlara bir haller oluyor.
Güneydoğu’daki gezisi sırasında:
"Milletle kucaklaştık, askerimizle birbirimize sarıldık, millet devletine bağlı, yeter ki, kucaklayalım, buna inanalım."
Kağıt üstünde iyi okunuyor, iyi duruyor. Ne var ki, uygulamayla çelişiyor. Sözler hamasi, ama uygulama sansürlü.
Madem o kadar demokrasi inancı var, madem başka Cumhuriyet yok, o zaman gezi sırasındaki özel toplantılarda o ayrım neden? İyi örgüt, kötü örgüt ayrımı neden?
Söz farklı, uygulama farklı olduğunda, güven duygusu sarsılıyor.
Türkiye altmış yıllık, yarım yamalak demokrasi tarihinde, sözü ve özü bir, pek az politikacıyla tanışıyor. Yenileriyle tanışmak için, millet sabırsızlanıyor.
Bağış’ın gafı
Tayyip Erdoğan’ın geçen dört buçuk yıl içinde, dış politikadaki kara kutusu, şimdi TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Egemen Bağış.
Geçenlerde, hükümet uygulamalarıyla ilgili olarak, TÜSİAD bir açıklama yapıyor. Normal bir açıklama. Açıklamaya tepki, hiç ilgisiz birinden Egemen Bağış’tan geliyor:
"Hükümeti başkaları değil, muhalefet denetler."
O kadar yurt dışında yaşamış, dünyanın en önemli liderleriyle, Erdoğan’ın çevirmeni olarak, baş başa kalma fırsatını yakalamış biri için, çok garip sözler.
Demokrasilerde hükümetleri herkes denetliyor. Muhalefetin denetimi sadece Meclis içinde. Meclis dışında da, dünyanın her yerinde, hükümetler sivil toplum kuruluşları aracılığıyla denetleniyor.
Türkiye’de bu gafı belki pek çok kişi görmüyor ama, o şimdi dış ilişkiler komisyonu başkanı, yabancılar bunu kaçırmaz, dikkat etse iyi olur.