Paylaş
- Politikada barışmasını bilmezsen, kavga etmeyeceksin.
- Benim, sen iyi yaptın diyenlere ihtiyacım yok, bana akıllı muhalifler lazım. Doğru mu gidiyorum, eğri mi, onlardan öğrenirim”.
Özel görüşmelerimizden aktardığım bu cümlelere son görüşmemizde bir başkası ekleniyor, bir buçuk yıl önce, “Münkesirim”, ne demek o efendim, “Kırgınım, Türkiye iyi yönetilmiyor, demokrasiden uzaklaştık, bu kutuplaşma beni müteessir ediyor, her şeyden önce yargı bağımsızlığı şart”. Gazetecilik hayatımın renkli yılları arasında Süleyman Demirel ile özel sohbetler var. 12 Eylül darbesinden sonra haftada birkaç kez sohbet ediyorum, hem onunla, hem Bülent Ecevit’le. Demirel ile Güniz Sokak’taki evinde gece 21-22’de başlayan, 02.00’ye kadar süren sohbetler.
İKİ DEMİREL
Bana göre, siyasal açıdan iki Demirel var. İlki, politikaya girdiği 1961 ile 12 Eylül 1980’e kadar olan dönemi, diğeri 1980-2000 arasında yasaklı yılları, yedinci başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı.
İlk döneminde aşırı muhafazakâr, hatta rövanşist, örneğin Menderes, Polatkan, Zorlu’ya karşı Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın idamlarındaki inadı. İkinci döneminde ise tam demokrat, hoşgörülü, dünyaya geniş perspektiften bakan, görmüş geçirmiş bir politikacı.
O sohbetlerimizden birinde, Deniz’lerin idamını soruyorum, gözleri dalıyor, “Onca yıl ülkeyi yönetirken, mutlaka yanlışlar yapıyorsun, o sırada seni kimse ikaz etmiyor, sen de doğru yaptığını sanıyorsun”. Pişmanlık sözleri.
İSMET PAŞA
Yasaklı olduğu yıllarda Trabzon’a gidiyoruz, askerlerin getirdiği konuşma yasağı var, kürsüye ünlü şapkasıyla çıkıyor, halkı selamlıyor, o kadar, meydan hıncahınç dolu.
Sekiz kişilik uçak iniyor, gözlerime inanamıyorum, meydanda biriken halk uçağa koşuyor, uçağı omuzlarına alıyor, uçağı.
Yasaklar kalktıktan sonra bir sohbette, söz İsmet Paşa’dan açılıyor. Siz İsmet Paşa ile büyük rekabet yaşadınız, diye sorunca, “Koca İsmet Paşa’nın arkasında Kurtuluş Savaşı var, ben onunla nasıl başa çıkarım, benim ne haddime”. Bunu söylediğinde, yedinci kez başbakan. Tarihi yapanlara, son yıllarda çok aradığımız, o saygı.
DERİN DEVLET
Biz 68’de “Morrison Süleyman” diye bağırırken o Başbakan, “Sokaklar yürümekle aşınmaz”, biz daha çok bağırıyoruz, bunu hatırlatıyorum, “Bak şimdi arkadaş olduk, ikimiz de birbirimizden bir şeyler öğreniyoruz”. Bir gazeteci sohbette nasıl not alıyorsa, o da notlar alıyor.
En çok not aldığı görüşmelerimizden biri 1992, o Başbakan. Cizre’deyim, PKK yakıp yıkıyor, kan gövdeyi götürüyor. Gece yarısı otelde telefon, ürkerek açıyorum, “Ben Demirel’im, yazdıklarını okuyorum, Ankara’ya dönünce beni ara”.
Dönünce gece 24.00’e yakın, kabine toplantısından çıkmış, Güniz Sokak’ta, ben gördüklerimi anlatıyorum, o not alıyor, yanımda Genelkurmay Başkanı’nı arıyor, “Yarın talimatım gelecek, bundan sonra dükkânlara tank girmeyecek”. Bana dönüyor, “Anlattıklarının yarısını Başbakan olarak ben bilmiyorum”, duraklıyor, iki kelime ediyor, “derin devlet”.
BASIN
Eşi ile ilgili hakaret dolu bir haber dışında, kırk yıllık siyaset hayatında hiçbir gazeteciye dava açmıyor, hiçbir gazeteciyi dışlamıyor. İstediğin kadar eleştir, basına ve özgürlüğüne kendi özgürlüğü kadar düşkün.
“Büyük Türkiye” ideali gibi. Türkiye’ye “kalkınma” bilincini aşılıyor. TİP’ten Sadun Aren Meclis kürsüsünde “Sovyet usulü planı” anlatıyor, Adalet Partililer “Komünistler Moskova’ya” diye bağırırken, o susturuyor, “Sadun Hoca’yı dinleyelim, öğreneceğimiz bir şey vardır”.
Her olaydan ders çıkarıyor, saygı gösteriyor, “ustalık” bu olsa gerek. Sayın Süleyman Demirel, Sayın Cumhurbaşkanım anılarınız önünde saygıyla eğiliyorum.
Paylaş