Paylaş
Silah arkadaşı Fahrettin Altay’a 29 Ekim’i neden seçtiğini anlatıyor:
“30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi, Osmanlı’nın teslimi, ülkenin parçalanmasıdır. Cumhuriyet 29 Ekim, tarihten silinmek istenen mazlum bir milletin intikamıdır.”
Mondros Silah Bırakışması ile birlikte Osmanlı ordusu terhis ediliyor, Osmanlı topraklarını yabancılara işgal kapısı açıyor. Kurtuluş Savaşı’nın siyasi manifestosu olan Misak-ı Milli Beyannamesi’nin birinci maddesi: “30 Ekim 1918 tarihli anlaşmanın çizdiği hudutlar dahilinde, dinen, ırkan ve emelen müttehit (birleşik) Osmanlı İslam ekseriyetiyle meskûn bulunan aksam (ülke) gayrı kabil-i tecezzi bir küldür (bölünmez bütündür).” Kurtuluş Savaşı’nın amacı olan bağımsızlığı Mondros’a gönderme yaparak tanımlıyor. Mustafa Kemal bu maddeyi daha sonra bizlere şöyle anlatıyor: “Bağımsızlık benim karakterimdir.”
1930’da Yalova’da yaptığı bir konuşmada Türkiye’nin siyasal rejimini çiziyor:
“Biz Cumhuriyet’i hacılara-hocalara terk etmek için kurmadık. (...) Cumhuriyet’in bir zorbanın eline geçeceğini mezarımda bile duysam, millete haykırmak isterim.”
Geçmiş yıllarda 29 Ekim’lerde Cumhuriyet üzerine mutlaka yazma gereğini hissetmiyorum, çünkü o ruh her türlü iradenin üstünde ve her yerde var. Oysa, bu yıl “Cumhuriyet Ruhu”nu bütün varlığımla kutlamak gerektiğine inanıyorum.
‘Canilerle’ çözüm
PKK bir korucuyu kurşuna diziyor, Genelkurmay açıklama yapıyor: “İnsanlıktan nasibini almayan canilerin işlediği bu vahşice olayı şiddetle kınıyoruz.”
PKK yeniden masum insanları öldürmeye başlıyor, asker PKK’ya “cani” diyor, yurtiçi ve Kobani kararlarıyla ilgili olarak en yetkili ağızdan “Biz bir şey bilmiyoruz” demek zorunda kalıyor ama, hükümet “çözüm süreci” diye üst üste toplantılar düzenliyor. Devletin bir yanı “caniler” diyor, öteki yanı “çözümü canilerle” konuşmuş oluyor. Tepede “uyum” parmak ısırtıyor.
Ya Bülent Arınç? PKK ve HDP’yi eleştiriyor, “Çözüm sürecini bitiren taraf biz olmayacağız”, ama bir sonraki cümlesi, “Biz çözüm sürecine mahkûm ve mecbur değiliz”. Bir yandan da, bazı bakanlar çözüm sürecine sürekli vurguda bulunuyor. Anlayan beri gelsin.
Toplanma alanı ‘gizli’
MİMARLAR Odası, İstanbul’da bazı ilçelere başvuruyor, “muhtemel afetler karşısında halkın toplanma yerinin bildirilmesini” istiyor, bilgilendirici broşürler dağıtmak için.
Sancaktepe Kaymakamlığı’ndan gelen yanıt fıkra gibi, “Afet planı gizlidir, size verilemez”. Yani, deprem anında halk nerede toplanacağını bilmeyecek. Gizliliğin farklı bir nedeni olabilir. 2001’de orada pek çok toplanma yeri belirleniyor ancak, o alanların bir bölümü şimdi “AVM”.
‘Yavru vatan’da isyan
“KOMŞULARLA sıfır sorun” iflasında son nokta KKTC. Akdeniz’de sismik aramaya Rumlar tepki gösterince, Davutoğlu “Rumlar, biz güneye sahibiz, Türkler kuzeye sahiptir” diyorsa, Kıbrıs’ta iki devletli senaryoyu konuşmak gerekir” diyor. Bu söze KKTC iktidar partisi çok sert tepki gösteriyor:
“İki devletli model için geçmişte her imkân denendi ama, tutmadı. Türk Başbakan’ının bu yönde açıklaması bizim Cumhurbaşkanımızın önüne geçmektir. Kıbrıs’ta politikaları belirleyen KKTC Cumhurbaşkanı’dır.”
Bu söz doğru değil. KKTC ekonomik ve siyasal açıdan Türkiye’ye ciddi biçimde bağımlı. KKTC atacağı her adımı Ankara’ya danışıyor, Ankara’nın tersine karar alamıyor. Buna rağmen, herkesin her işine açıktan karışma merakı her yeri öyle kırıp döküyor ki, sonunda “yavru vatan” bile isyan ediyor.
Paylaş