ADLİ Tıp yirmi dört kez mahkûm oluyor Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde.
1993 ile 2002 arasında. Sonrasında kim bilir, ne kadar mahkûmiyet var.
Adli Tıp yanlış rapor veriyor. Bundan zarar görenlerin bir bölümü AİHM’ye başvuruyor. Zarar görenlerin hepsi gitmiyor. Ama, AİHM’ye giden, tazminat almadan dönmüyor.
Daha önce belki bu ölçüde kamuoyuna yansımıyor. Üzmez rezaleti, Üzmez’in tahliyesine yol açan rapor Adli Tıp Kurumu’nu deşifre ediyor. Yoksa, kendini ele veren yanlış raporlardan yeteri kadar var. O yanlış raporlar sonucu, yerine gelmeyen adalet var. Mesele zaten bu.
Adli Tıp Kurumu çıban başına dönüşüyor. İlerleme Raporuna girecek ölçüde. AB Brüksel’den uyarıyor, "Adli Tıp Kurumu’nu düzeltin" diye.
DEFALARCA UYARI
Aslında aynı uyarıyı Türkiye içinden yapanların sayısı hiç de az değil.
Örneğin, Adli Tıp Derneği Başkanı Doç. Dr. Serhat Gürpınar Adli Tıp Kurumu’nu eleştiriyor. Eleştirdiği anda, hakkında soruşturma açılıyor. Tam bize özgü bir davranış.
Eğer bir kurum yirmi dört kez mahkûm oluyorsa, o kurumun biraz kendine dönüp bakması gerekmiyor mu? Eleştiri yapanı susturmanın yolu varken, kendini düzeltmeyi düşünmek çok geride.
Sadece dernek başkanları değil, ceza hukukçuları ve işin uzmanları özellikle Adalet Bakanlığı’nı defalarca uyarıyor. Defalarca toplantılar yapılıyor. Ama, değişen hiçbir şey yok.
Oysa, kağıt üstünde her şey var. Yasa, yönetmelik, vs., ama uygulanmıyor. Yasalar, yönetmelikler süs gibi.
HER ŞEY MÜMKÜN
Bilirkişi raporu denilen rapor bilirkişilerce, yani uzmanlarca yazılmıyorsa, yani Adli Tıp Kurumu’nda mekanizmalar tıkanıksa;
bu ülkede işkencenin önüne geçmek mümkün değil,
özellikle çocuklara yönelik cinsel istismarı engellemek mümkün değil.
Adli Tıp Kurumu’ndaki bozukluğun böyle bir sonucu var.
Örneğin, biri işkence görüyor, Adli Tıp, "işkence yok" diye rapor veriyor, dava düşüyor, işkenceci cezadan kurtuluyor. Bu kadar somut, bu kadar basit.
Bu ülkede işkence olağan. Ama, káğıt üstünde yasak. Bu ülkede telefonları serbestçe dinlemek olağan. Ama, káğıt üstünde yasak. Bu ülkede káğıt üstünde yasak olan pek çok şey, olağan.
Son şımarıklık gazeteciden nefret
YAŞADIKLARIMDAN, ayrıca okuduklarımdan yola çıkarak, bir iktidarın basından bu kadar nefret ettiği bir başka dönem bilmiyorum.
Yüz yıl öncesi, İttihat Terakki macerası hareket noktası. Yüz yıldan bu yana, sağda-solda gelmiş geçmiş ne kadar siyasal iktidar varsa, hepsiyle basın ilişkisi hep mesafeli. En cici olduğumuz dönem, en kaka olduğumuz döneme eşit. Çünkü, sabit fikir, iktidarlar doğru, basın hep yanlış ve yalan. Patronlar, gazeteler ve tek tek gazeteciler iktidarların hedefi.
Cumhuriyet döneminde iktidar-basın ilişkilerinin en kötü örneği 1950-60 Demokrat Parti dönemi. Gazetecilerin içeri atılıyor, basın özgürlüğü yok edilmek isteniyor. Ve devamındaki baskılar.
AKP, basınla ilişkilerde DP’ye yaklaşıyor. DP’den sonra, patron ve gazeteler başta, birebir gazetecilerle en çok uğraşan, onları yok sayan, ama onlardan çok etkilenen, onları ret eden, onlara boykot uygulayan iktidar AKP iktidarı.
Bazı meslektaşlarımızı dışlamanın uç noktası önceki gün. AKP, bazı arkadaşlarımıza bir toplantının izlenmesini yasaklıyor.
Bu önce terbiye ve nezaket dışı. Ardından mesleğin icrasına sınır getirmek. Kişi haklarına saldırı. Neden, çünkü senin sevdiğin haberleri yapmıyorlar.
Bu şımarıklığın ve kendini bilmezliğin bir sonu olacak nasıl olsa.