TAKIMI 4-3-3 oynatıyor, on beş yıllık teknik direktörlük döneminde, 83 maçta bir galibiyeti, üç beraberliği var, 79 yenilgi. San Marino milli takımını çalıştıran Giampaolo Mazza tek galibiyetini Lichtenstein’a karşı kazanıyor, 2-1. Üç beraberlikten biri yine Lichtenstein ile 2-2, diğeri Letonya ile 1-1.
Mazza en farklı yenilgiyi Almanlara karşı alıyor, 13-0. Arada Uruguay yenilgisi var, 8-0. Mazza, San Marino takımının başına 1998’de geçiyor, 83 maçta 79 yenilgiye rağmen, on beş yıl takımın hocası. Bu bir rekor.
On beş yıl boyunca her yenilgiden sonra “Yenildik, üzgünüm ama takım son zamanlarda iyi gelişti, cesaretli oynuyor” diyor, takım cesaretli oynadıkça gol yiyor, 83 maçta filelerinde tam 366 gol görüyor, her maçta ortalama 4.30 gol ama olsun, “takım gelişiyor”, sen ona bak. Takım öyle gelişiyor ki, on beş yılın sonunda dibi buluyor, dünya sıralamasında sonunculuğa oturuyor. Mazza gerçekçi, Wembley’de İngilizlere 5-0 yenildiğinde, “Bu yenilgi bizim için zaferdir, bizi izlemeye 85 bin seyirci geldi” diyerek, herkese dil ısırtan yorumunu patlatıyor.
AAA İSTİFA
San Marino Futbol Federasyonu nasıl sabrediyor ayrı, ama Mazza da pes etmiyor, ne de olsa, “takım gelişiyor ve cesaretle oynuyor”. Bu palavranın sonu ancak on beşinci yılda geliyor, spor dünyasının şaşkın bakışları arasında, “Yok bu adam ölünceye kadar bu takımın başında kalır” diyenler yanılıyor, Mazza istifa ediyor. Büyük olay. 98’de geliyor, 79 yenilgi ile 2013’te ayrılıyor.
“Beşiktaş’ta bir yargıç kürsüde, göğsü daralmış, derin derin nefes alıyor, yüzüme bakamıyor, (...) ona nasıl yardım edebilirim, insanın vicdanına direnmesi zor”.
Perinçek’in sözünü ettiği yargıç üç gün önce Silivri Cezaevi’ne giren Metin Özçelik. Bütünüyle sahte çıkan Ergenekon’da kim bilir kaç kişiyi içeri atan Metin Özçelik 63 kişi hakkında tahliye kararı veriyor ve hapse atılıyor.
- Bir yargıcın verdiği karar nedeniyle hapse atılması, hukukun sonu, hiçbir izahı yok. Bütün yargıç ve savcılara, “Benim istediğim kararı almazsanız, sonunuz budur” gözdağı. Asla kabul edilemez.
- Yetmiyor, Özçelik’in doktor eşi çalıştığı hastaneden atılıyor. Ya baskıyla atılıyor ya da çalıştığı hastane korkudan kendi iradesiyle atıyor. Yuh be.
- Dram, doktor eşin şu feryadıyla dorukta, “Sırf Metin Bey’in eşi olduğum için görevime son verildi, tüm kadın hakları savunucularına sesleniyorum”. Ya medet!
- Her yönüyle dramatik ve ibretlik. Ergenekon’da insanlar suçsuz yere tutuklanırken, tutuklu yakınları haksızlığa isyan ederken, şimdi konumlar değişiyor. Yargıç tutukladığı insanların yüzüne bakamıyor, eşi “hak savunanlardan” yardım istemek zorunda kalıyor.
“Hukuk ve vicdan bir gün herkese lazım olacak” sözü bir kez daha doğru çıkıyor, “herkese”. Baştan sona çelişki ve derslerle dolu, “Ah vah” ya da “Oh olsun” demenin ötesine taşan ve fakat herkesin vicdan muhasebesi yapması gereken bir örnek, Yunan tragedyaları gibi.
Aynı kanallarda, aynı tarihlerde Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve Demirtaş’a ayrılan süre sıfır, seçimlerde eşit ve tarafsız yayınla ilgili yasa maddesi yerle bir. RTÜK seyirci.
Mart ayından beri öyle, Erdoğan saatlerce canlı yayında AKP propagandası yapıyor, muhalefete tek tek cevap veriyor, onları eleştiriyor. “Anayasa ihlali” gerekçesiyle, CHP, MHP, HDP defalarca itiraz ediyor, Yüksek Seçim Kurulu başvuruları “görevsizlik” kararıyla her sefer geri çeviriyor. Son olarak Vatan Partisi Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak, Erdoğan’ın mitinglerinin durdurulmasını istiyor. Ne karar gelir, bilinmez, Anayasa Mahkemesi durdurma verse bile, Erdoğan buna uyar mı, orası da ayrı.
Her şeye rağmen, görev “yüksek yargı” organlarına düşüyor. Bu hukuksuzluğun tescil edilmesi, ona “dur” denilmesi gerek. Delik deşik olmuş bir anayasa, paramparça yasalar dizisi ile “seçim güvenliğine” duyulan kaygı son mertebede, “yüksek yargı” hâlâ seyirci, “doktora tezi” olacak nitelikte.
Deniz, Yusuf Hüseyin
- İNTERNETTE dolaşıyor: “Öldürdü mü sandınız beni cellat 6 Mayıs’ta, o günden bugüne doğan çocukların adının kaçı cellat, kaçı Deniz?”Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, 68 devrimci ruhundan günümüzde dünyada anılan başka kimse yok, sadece onlar.
‘Yarı sömürgede’ isyan
“SEN her türlü seçim suçunu işle, arkanda ben varım koçum, tamam mı aslanım benim”.Tam 2 bin 586 soruşturma dosyası, sanık konumunda yaklaşık on bin kişi, üç yıl önce hepsi affediliyor. Hem 2010 Anayasa referandumu, hem de 2011 Haziran genel seçimlerinde “seçim yasalarına muhalefet suçu nedeniyle” 2 bin 586 soruşturma dosyası var. Bu dosyalarda adı geçenlerin affa uğraması için AKP Temmuz 2012’de yine bir “torba yasa”da seçime muhalefet suçlarında zamanaşımını iki yıldan altı aya düşürüyor. O dosyalarda adı geçen on bin kişiye örtülü af.
KART PEŞİNDE
O dosyalarda adı geçenler kim? Şimdi ne yazık ki, adaylık dışında bırakılan CHP milletvekili Atilla Kart bu sorunun peşine düşüyor. O sırada Adalet Bakanı olan Bekir Bozdağ’a dört-beş kez soru önergesi veriyor, “Affa uğrayanlar arasında AKP üyesi var mıdır, varsa kaç kişidir, bürokrat var mıdır, varsa kaç kişidir ve kimlerdir?” Bozdağ yanıt vermekten ısrarla kaçıyor, sadece 2 bin 586 dosya olduğunu açıklıyor, isim ve görev vermeye gelince, “Kişisel verilerdir, açıklanamaz” diyerek saklıyor.
BİLGİ EDİNME
Kimlikler saklı tutulunca, olay bugüne kadar sarkıyor, Atilla Kart “Bilgi Edinme Yasası” çerçevesinde yedi gün önce Başbakanlığa başvuruyor:
4 Ekim 1933, Hitler Almanyası, o gün çıkan yasaya göre, “gazetecilik kamu görevi ama devletin düzenlediği kamu görevi”. Gazeteci olabilmek için önce “saf Alman” olmak şart. Ayrıca, “meslek cetvelleri” diye bir icat çıkıyor, ancak “o cetvellerde yer alabilen gazeteciler” görev yapabiliyor. Cetvellerde kimlerin yer alacağına Goebbels yönetimindeki Propaganda Bakanlığı karar veriyor.
Hitler gazetecileri korumayı ihmal etmiyor. Gazetecileri korumak için “meslek mahkemeleri” kuruluyor. O cetvellerde yer aldıktan sonra “meslek mahkemeleri” kurallarına uyacaksın. Kurallar basit, sadece Hitler’in hoşuna giden, onu yücelten haber ve yorumlar yazacaksın, “eleştiriler yalan haber” kapsamında, eleştiri yazan cetvel dışında.
Yasa yönetime geniş yetkiler veriyor, mutlak söz sahibi olarak, bütün basını Hitler’in emrine tabi kılıyor.
TAKSİM
İKİ yıldır birbiriyle en çok görüşen iki parti, AKP ve HDP. Seçim döneminde birbiriyle en çok gerilim yaşayan, karşılıklı suçlamalarda bulunan yine o iki parti. Nedeni var, HDP barajı geçerse, büyük olasılıkla, AKP’ye tek başına iktidar yok. HDP onun için AKP’nin hedefinde, en büyük rakibi, din ve terör demagojisi üzerinden salvoların arkası kesilmiyor.
Geçen akşam CNN Türk’te Şirin Payzın’ın programında Selahattin Demirtaş var, benim de aralarında bulunduğum üç gazeteci ile birlikte. Verdiği yanıtlarla Demirtaş yine parlıyor. Can alıcı yanıtlarından biri, baraja takılırsa, HDP’nin ne yapacağı.
SİVİL İTAATSİZLİK
Demirtaş: “Yüzde on barajı kaldırmadığı için AKP’yi halka şikâyet edeceğiz, geçemezsek, bu AKP’nin suçu. İki, erken seçim çağrısı yapacağız. Üç, sivil itaatsizlik eylemlerine geçeceğiz”.
Üçüncü şık olağanüstü önemli. Sivil itaatsizlik Mahatma Gandi’den, Martin Luther King’den yadigâr. Yasaların özüne uyarak yasalara karşı koymak, oturma eylemi, genel grev, işgal gibi yöntemlerle uygulanan barışçı protesto eylemi, pasif direniş. Demirtaş tekrar tekrar vurgulamayı ihmal etmiyor, “Asla ve asla terör yok, asla ve asla, sadece barışçı protestolar”. Masa var yok, mutabakat var yok, Kürt sorunu var yok gibi iniş çıkışlarla karmaşaya dönüşen, iki yıldır görüşülen ve şu anda tıkanmış bulunan çözüm süreci ne olur, gerçi Demirtaş devam eder görüşünde ancak, baraja takılırsa, masa işte asıl o zaman devrilir.
Bu manzaralar mazide kalıyor, coşku da olsa, hüzün de olsa, Taksim kalbimde hep yara, 1977 yarası.AKP’nin ilk yıllarında işçiler 1 Mayıs’ı Kadıköy, Çağlayan, Saraçhane’de kutluyor. O meydanlar işçilere yetmiyor.
- 2007 1 Mayıs 1977’nin, 37 kişinin can verdiği olayların otuzuncu yılı. Dönemin DİSK Başkanı Süleyman Çelebi ödün vermiyor, “Taksim’de olacağız” diyor. Gaz bombası, basınçlı su ve coplara rağmen, sekiz bin işçi Taksim’e çıkıyor.
- 2008’de gaz bombası, TOMA, cop şakır şakır, Taksim’e izin yok, yaralı çok.
- 2009 herhalde vahiy iniyor, “Taksim’e makul sayıda gidebilirsiniz” kararı çıkıyor. “Makul sayı” dev gibi büyüyor, bir anda 150 bin kişi 1 Mayıs’ta Taksim’de. Kucaklaşma, hasret giderme.
- 2010 Meclis’te Başbakanlık odasında Süleyman Çelebi, Tayyip Erdoğan’a Taksim gerekçelerini anlatıyor, Erdoğan önce “Orası sıkıntılı, olmaz” diyor, sonra grup toplantısına geçiyor, “Ayaklar baş olursa, kıyamet kopar, kimse bize rağmen bir şey yapamaz” fetvası. O gün “Eyyy işçiler” nutkuna rağmen, nereden estiği belli değil, aniden olumlu tavır “Taksim’e çıkabilirsiniz”.
- 2011 Taksim’de halaylar çekiliyor, alan çiçek bahçesi gibi. Birkaç yüz bin işçi orada.
O araştırma İstanbul’da farklı biçimde patlıyor, hukuku patlatarak.
Mahkeme karar veriyor ama uygulanmıyor. Kararı veren şu gruba karşı diğer grup mahkeme kararını yok sayıyor, yetmiyor, kararı veren yargıçları jet hızıyla görevden alıyor. Garip ama bu hukuk dışı gelişmelerden bazılarının yasada yeri var. 17-25 Aralık yolsuzluk iddiaları AKP’de panik yaratıyor, panik yeni düzenlemeler getiriyor. Yargıyı yürütmenin emrine veren, özel yasalar. Hukuka aykırı ne varsa yasalarda yeri var. Yasa izin veriyor ama hukuk devleti iflas ediyor.
SIRASIYLA
Meslektaşımız Hidayet Karaca ve 62 polisin tahliye kararı ile ilgili yaşanan hukuk faciası sırayla bize şunu gösteriyor:
- CMK 27/4 istediği kadar, “Mahkemenin verdiği karar kesindir” desin. Diyebilir, uygulanmıyor.
- Yargıç ve savcı teminatı ortadan kalkıyor. Yargıç ve Savcılar Yasası’nın 44. maddesi, hakkında soruşturma ve belge bulunmayan hâkim veya savcı azledilemez diyor. Karaca ve 62 polis hakkında tahliye kararı veren iki yargıç görevden alınıyor, bir müfettiş yarım günde haklarında belge hazırlıyor, yasada yeri var.