Paylaş
Adalet yerini (polisin yanında) buldu
‘‘Tuvalete giden kısımda bir kişinin yattığını, kafasına mont çekmiş olduğunu gördüm. Polis memuru Metin Kuşat'a kim olduğunu sordum. Gazeteci olduğunu söyledi. Neden vurduklarını sorduğumda ise ezan okumasını ve İstiklal Marşı'nı bilmediğini söyledi. Boşver diyerek bir tekme de ben attım. 3-4 dakika sonra Saffet Hızarcı'nın yerde yatan şahsa copla ‘Bu Ali için, bu Rüştü için, bu Süleyman için' diyerek vurduğunu gördüm.' (Polis Şuayıp Mutluer)
‘‘Evrensel muhabiri olduğu söylenen şahsın sırtına Şuayıp Mutluer'in koşarak tekme vurduğunu, Çevik Kuvvet'e mensup polis memurlarıyla birlikte Mutluer'in bu şahsı dövdüklerini, bilahare sürükleyerek, hırpalayarak, sahaya inen merdivenlerin hizasında bıraktıklarını gördüm. (Polis Metin Kuşat)
Metin Göktepe'nin öldürülmesiyle ilgili davada, bu sanık polislerden ikisi Mülkiye Müfettişleri'ne böyle ifade vermişlerdi o zaman...
Eyüp Spor Salonu'nda gerçekleşen bir ‘‘cinayet’’le ilgili olarak tam 49 polis hakkında soruşturma başlatılmış, 48'i hakkında dava açılmıştı. Dosya, Eyüp ve Aydın üzerinden Afyon'a aktarılmış, çeşitli itirazlar nedeniyle dört kez Sandıklı'ya, bir kez Dinar'a ve keşif için de İstanbul'a gidip gelmişti dosya.
Yargı sürecince dört hükümet ve beş Adalet Bakanı gelip geçti. Ne yazık ki, yürütmenin eli her zaman yargının içinde oldu. Davaya bakan 13 yargıç arasında bazıları çekildi, bazıları da sürgün edildi.
Sanık polisler ancak, Başbakan Mesut Yılmaz'ın İçişleri Bakanlığı'nı harekete geçirmesiyle teslim olabildiler. Ancak Yılmaz'ın endişesi, ‘‘Ya polisler linç edilirse...’’ idi. Ama yabancı gazetecilere de, bunun bir ‘‘örnek dava’’ olacağını söylemişti.
Ve davanın üzerinden tam 27 ay geçti; geciken adalet ‘‘yerine’’ geldi, ama kamu vicdanını tatmin etmedi.
Yargıç Mustafa Birışık, duruşma öncesinde heyecanlı sayılırdı. Salonda en az 80 gazeteci, bir o kadar da avukat ve Göktepe'nin ailesi bulunuyordu. Dışarıda ise 1000 dolayındaki izleyiciye karşılık aynı sayıda polis vardı.
Şuayip Mutluer, donuk gözlerle çevresine bakıyor, Metin Kuşat yutkunuyor, Fedai Korkmaz dudaklarını ısırıyor, Saffet Hızarcı sürekli önüne bakıyor ve Seydi Battal Köse ise metin gözükmeye çalışıyordu.
Mahkeme, ‘‘kastı aşan müessir fiil’’ suçuyla 5 polisi 7.5'ar yıl ağır hapse çarptırıyor, 6 polise de beraat kararı veriyordu. Cumhuriyet Savcısı da, polisler için TCK'nın 452-1. maddesine göre aynı cezayı talep etmişti. Göktepe'nin avukatlarının istediği ise, TCK'nın 450. maddesinin uygulanması; yani ‘‘vahşi his saikiyle adam öldürme’’ cezası verilmesi. Yani en az 20 yıl hapis...
Suçlu polisler yaklaşık 2 yıl 3 ay yattıktan sonra salıverilecekler.
Cezalar her iki tarafı da tatmin etmedi. Polis avukatları, cezaları ‘‘çok’’ buluyor, Göktepe'nin avukatları da cezaların ‘‘vicdanen az’’ olduğundan Yargıtay'a gideceklerini açıklıyordu.
Yargının işkenceyi caydırıcı cezası var mıydı? ‘‘Adalet yerini buldu’’ ilkesi yerine gelmiş miydi?
‘‘Hayır’’ diyor Göktepe davasının avukatları ile yabancı gazeteci ve avukatlar... Anne Fadime Göktepe, ‘‘Bu dava benim için bitmiş değil. Onların vicdanı olsaydı, Metin'i öldürmezlerdi’’ dedi. Ardından da şöyle dedi: ‘‘Hani Cumhurbaşkanı bu cinayet için devletin ayıbı demişti. Sonuç işte ortada, yüz karası bir karar. Bu kararı kabul etmiyorum.’’
Evet... Devleti 370 milyar dolar zarara uğratmak ve 7 milyon dolar haksız servet edinmekten yargılanan Karayolları Genel Müdürü Atalay Coşkunoğlu'nun cezası 3 yıl olurken, -imtiyazlı bir şekilde 7 ay yattı- Türkiye'de duvara yazı yazmanın cezası 20, fıstık çalmanın cezası da 7 yıldı... Demek ki, adaleti buydu Türkiye'nin; ‘‘Kimine kavun, kimine kelek yediriyordu...’’
Sonuçta bu dava böyle bitmeyecek... Hayal kırıklığının ardında, Göktepe ailesinin ve gazetecilerin ‘‘inat ve sabrı’’ sürecek; İçte Yargıtay'da, dışta da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde...
Taranoğlu: Tezgâh yoktur
Orman Bakanı Ersin Taranoğlu, sabahtan telefonla arayarak ‘‘İçim rahat... Bugün yazdığınız ihale için hiçbir kuşku olmaz’’ dedi.
Bakanlığının yangın söndürme ihalesinin yapılacağı gün çıkan böyle bir yazı, Taranoğlu'nu rahatsız etmişti. Bize şunları söyledi:
‘‘Ben bu ihalenin yapılacağını, aralık ayında 64 firmaya haber verdim. Bunlardan 56'sının ilgilileri Bakanlığa geldi. Görüşmeleri videoya aldırdım. Hangi gün ihale açılacağını, istenilen koşulları anlattım. 'Bakın, şöyle uçak istiyorum, performansları şöyle olacak' dedim. Aralık'taki söylediklerime de ihalede riayet ettim.’’
Taranoğlu ihalenin 3 Mart'ta ilan edildiğini doğruluyor. Ardından 19 Mart'ta (dün) ihalenin yapılması konusunda zaman itibariyle zorluk yaratmayacağını söylüyor. Geçen yılki yangın söndürme ihalesi için şöyle konuşuyor:
‘‘Yangın söndürmede en başarılı ülkeyiz. Geçen yıl Rus uçakları geldi. Hataları olduğunda ceza kestik. Bu doğrudur. Ancak açtığımız bu ihalede bir tezgâh yoktur. Firmalardan da bir şikâyet gelmemiştir.’’
Bu arada ilginç şeyler anlatıyor Taranoğlu. Bazı firmaların uçak satmak için 'oyunlar' oynadıklarını, satış yaptıkları ülkelere bu uçakları Türkiye'ye kiralamayın diye baskı yaptıklarını belirtiyor. ‘‘Aslında bizden uçak alın demek istiyorlar. Ben ise kiralamayacağım diyorum. Bir de şu var: Ruslar'ın helikopterleri Batılılara göre daha ucuz. Ucuz fiyatları engellemek istiyorlar.’’
Yazıdaki iddiaları hemen teftiş kuruluna aktardığını belirten Taranoğlu, ‘‘İhaleyi yapacağım’’ diye ekledi.
BİLGİ'DEN AÇIKLAMA
Yazımızda yangın söndürme ihalesinde adı geçen eski PTT Genel Müdürü M. Servet Bilgi, oğlu Serdar Bilgi'nin 18 yıldır PETKİM'de memur olarak çalıştığını, diğer oğlu Serhan Bilgi'nin ise hiçbir Rus firması veya bu ihaleye teklif verecek hiçbir firma ile alakası bulunmadığını ve teklif vermediğini söyledi.
Bilgi, ‘‘İhale dosyalarının 19 Mart'ta açılacağı belirtilmiş. Ve bu zarflar açıldığında, konunun bizimle hiçbir alakası olmadığı görülecektir’’ dedi. (Ancak biz, Serhat Bilgi'nin TSK'ya casus uçak projesiyle ilgilendiğini, hatta bunların orman yangınlarını söndürmede de kullanılabileceğini çevresine söylediğini ve bazı bakanlarla görüştüğünü biliyoruz. Bu konu ayrıdır.)
Paylaş