BİR mühendis dostumuz, "O kadar şey yazıyorsunuz ama imar rezaletlerine karşı AKP’ye, onların anlayacağı dilden yanıt vermek lazım" diyor.
Dinliyoruz:
"Kanuni Sultan Süleyman’ın süt kardeşi ve Şeyhülislam’ı, denizcilerin piri Yahya Efendi’dir.
Türbesi Çırağan Oteli’nin arkasında Setüstü’ndedir. Çoğu kişi bilir.
Bir vakıf camisinin banisi (yapıcısı), minare yaptırmak istediğinde etrafında olan evlerin sahipleri, "Evlerimize havalesi olur, manzaramızı kapatır" diyerek Yahya Efendi’ye başvururlar.
Yahya Efendi kendilerini dinler ve şu cevabı verir:
"Havale olunmayacak mertebe ve irtifaı (yüksekliği) ile ilgili iktifa (yeterli) olunmak gerektir."
Tabii hayır sahibi, minarenin planını mahallelinin istediği şekilde değiştirir.
O zamanki Osmanlı’nın adaletine bakın, bir de şimdiki ’rantçıbaşı’ları düşünün.
Çok dersler çıkarmak gerekiyor."
Bunu günümüze getirirsek...
Disiplinli plan uygulaması var mı? Yoksa plan ’pilav’ olarak mı algılanıyor?
Altyapı; cadde ve sokaklar yetersiz... Yapı bloklarının yoğunluğu kadar yol yapılmıyor.
Yeşil ve tarım alanları giderek ’tecavüze’ uğruyor. Bütün dünyada rüzgár ve güneşin yönleri hesabı hiç dikkate alınmıyor. Görsellik ve ’komşuluk dokusu’ hak getire...
Osmanlı imarda bir estetik ararken, günümüzde kaba saba beton yığını ve bacalarla, kenti rant uğruna yağmalatmak; işgal etmek, yandaşlara peşkeş çekmek gibi vakalar karşısında Yahya Efendi’nin fetvası ne olur ki:
"Meslekten men..."
Bir Zagreb bir Ankara
3-7 Aralık 2007 tarihleri arasında IV.Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Sempozyumu için Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’deydim. Daha önce dünyanın birçok başkentini görmüştüm ama beni, grubumuzdaki bilim adamlarını etkileyen böyle bir başkenti yeni keşfetmiş olduk.
Yaya kaldırımlarında tek bir çıkıntı veya çukur yok. Çimento ve asfalt malzemesi çalınmamış. Yağmur suları kanalları özenle otoyoldan ayrılmış. Raylı sistem, metro, tren tıkır tıkır çalışıyor. Trafik sıkıntısı yok. Her caddede birçok otopark var. Tertemiz bir şehir. Şahsiyetli bir mimari her yerde karşımıza çıkıyor. Eski şehirle yeni yerleşim birimleri birbirinden ayrılmış. Büyük alışveriş merkezleri genellikle yeraltında. Bu yüzden sokaklarda, caddelerde kalabalık yok. Dilenci, kapkaççı aradık, bulamadık. Son derece güvenli bir şehir.
Ankara Büyükşehir ve ilçe belediyelerindeki ne kadar mimar, mühendis varsa gruplar halinde acele Zagreb’e gönderilmeli. Başkent Ankara’nın ne kadar külüstür, bakımsız bir başkent olduğunu görürler de belki dönüşlerinde olumlu birkaç adım atarlar.
Çok utandım. Lütfen beni bu utançtan birazcık olsun kurtarın.
Nail TAN-ANKARA
Uyandırma kerizi
EN büyük güven ve onur kaynağımız olan TSK, aylardır süren iç ve dış engellemelerden sonra yapılması gerekeni ’izin verildiği kadarı’ ile yaptı ve bu ağır iklim koşullarında yapmayı da sürdürüyor.
Harekátın ilk günü Sayın Genelkurmay Başkanı, "PKK kamplarının artık kendileri için BBG Evi gibi olduğunu" belirtmişti.
Ülkemizin başındaki iki önemli beladan, açıkça düşmanlığını gösteren bölücülük için bu konumda oluşumuz elbette çok önemli. Silahlı Kuvvetlerimiz’den de beklenen bir üstünlük.
Diğer belamız olan irtica ise sinsi sinsi ilerlemekte ve bu konuda "türbanlıların artışını gösteren anketlerden rahatsızlık duyulmakta" ve özel görevli YÖK Başkanı’nı "Aman hoca dikkatli konuş, ipimizi çekerler" şeklinde uyarmalarla ’uyandırma kerizi’ siyasetinin ipuçları verilmektedir. Bu durumda etkili ve yetkili kurumların başka ülke topraklarını olduğu kadar ülkemizi de ’BBG Evi’ gibi gözlemlemesi ve tarikatların yuvalandığı, hırsızlık, talan, yalan ve ihanetin her türünün sergilendiği bu evin işgalcilerinin ’yumurta kapıya gelmeden’ anlayacakları dille ve yöntemle uyarılması, ülkemizin ve çocuklarımızın geleceği açısından zorunludur.
Üstelik AKP’nin ve 5 yıldır yönettiği Türkiye’nin BBG’si için, ABD’nin istihbarat desteğine ihtiyaç duyulmayıp, Cumhuriyet ve Kanaltürk başta olmak üzere yürekli ve özgür basını izlemek yeterlidir.
Sokağı gözleyip temizlerken evin içini unutmayalım!Reşit ÇAĞIN
Türkiye’nin sorunu ’sınırın ötelenmesi’
TÜRKİYE’nin ’sınır ötesi’ diye bir sorunu yoktur. Aslında ’sınırı öteleme’ diye bir projemiz vardır.
Bu Atatürk’ün verasetidir.
İnönü’ye bırakmış, onun da Ecevit’e söylediği veraset.
Yani Musul’a ’sınır ötelemesi’...
Türkiye, Kurtuluş Savaşı’nda şu kadar can verdi.
Amerika’nın isteği üzerine Kore’ye asker gönderdik, Güney Kore’yi kurtardık.
Kıbrıs’a ’barış harekátı’ yaptık; Türkleri kurtardık. Güneydoğu’da o kadar insanımız gitti. Anadolu’nun anası ağladı; şehitlerimiz için ağladık.
Hep anamız ağlıyor.
150 milyar dolar harcadık, tek karış toprak mı kazandık?
Musul, Misak-ı Milli sınırları içinde bir vilayet.
Prof. Yalçın Küçük, Skytürk’te İdris Akyüz’e Musul’u anlattı.
Bu toprakları isteme hakkımızın olduğunu söyledi.
Özeti... O toprakları geri isteme hakkımız vardır. Bunun karşısında kimsenin durmasını ve mazeret üretmesini kabullenemiyoruz.Y.K.
GÜNÜN SÖZÜ
"GÖRÜYORUM ki; evleriniz Rum Kayzeri’nin evlerine, lükse hayranlığınız Kisra’nın tutumuna, servet peşinde koşmanız Karun’un anlayışına, saltanatınız Firavun saltanatına, nefsleriniz Ebu Cehil nefsine, gururunuz Ebrehe’nin gururuna, yaşayışınız sefillerin yaşayışına benziyor. Allah için söyleyin bana, Muhammedi’den olanlar nerede?" (Yahya Bin Muaz)