SENDİKALARIN yasal olarak kurulduğu 1947 yılından bu yana ilk defa bir Başbakan, sendika başkanlarını yalancılıkla suçladı ama işçilerin sosyal güvenlik taslağı konusunda ülke çapındaki direnişi karşısında geri adım atıp Çalışma Bakanı’nın, sendikacılarla görüşmesini istedi.
Yapılan görüşmelerde sendikacılar, istediklerinin çok azını alabildi ve önemli olarak sadece emekli olabilmek için prim ödeme gün sayısı 9000’den 7200’e çekildi. Konu, AKP hükümetinin IMF’nin emriyle çıkarmak istediği Genel Sağlık Sigortası ve Sosyal Güvenlik Yasası’dır. Daha önce 5510 sayılı yasa olarak çıkarılan ve 2006 yılında Anayasa Mahkemesi’nce memurlarla ilgili hükümler nedeniyle kısmen iptal edilen yasa, şimdi, çalışanlar aleyhine daha da ağırlaştırılarak, yasalaştırılmak isteniyor. İsteklerini kabul ettiremeyen sendikalar, bu kez 1 Nisan’da (bugün) yeniden, ama emek platformu çatlamış olarak, yeniden meydanlara çıkıp AKP’yi protesto edecekler. Bu sefer Türk-İş ve Hak-İş meydanlarda yok; çünkü bu ikilinin sendikacılık anlayışı ’hükümetle iyi geçinmek’ esasına dayanıyor.
Nasıl demokrasilerin kendini koruma hakkı varsa, çalışanların da kendi çıkarlarını ve geleceklerini koruma hakkı vardır. TBMM’deki sosyal güvenlik reform tasarısı, çalışanların geleceğinden çalmakta, sosyal devletin vermesi gereken huzurlu sosyal yaşam hakkını çok zorlaştırmaktadır.
Çalışanlar çıkarlarını ya siyaset yaparak ya da üretimden doğan güçlerini kullanarak koruyabilirler.Bugün çalışanların hiçbir siyasal gücü yoktur. CHP, işçileri ve sendikaları yok hükmünde saymakta ve onlarla hiçbir organik bağ kurmak istememektedir. AKP ise güdümlü sendikalar yaratma peşindedir. Hak-İş ve Türk-İş yöneticilerinin edilgen tutumu da bunu kolaylaştırmaktadır.
(İşçiler niye hesap sormazlar, bilinmez!) İşçinin etkili olamadığı ve onun yerine tarikatların, İslami holdinglerin, çokuluslu şirketlerin etkili olduğu bir siyasi ortam, demokrasimizin en önemli sorunudur.
Siyaseten etkili olamayan çalışanlar, üretimden doğan güçlerini kullanarak sosyal güvenlik reformuna karşı direnmek zorunda bırakılmışlardır. Yakın zamanda Yunanistan ve Fransız sendikaları aynı konuda, aynı nedenlerle ’genel grev’ yaptı ve başarılı oldu. İşçilerin ortak, inançlı ve ısrarlı tutumu aynı başarıyı Türkiye’de de getirebilir.
Umarız ülkemiz sendikaları, yaşadıkları bu olaydan ders alır ve siyasette etkili olmanın yolunu aramaya başlarlar.
Yrd. Doç. Dr. Engin ÜNSAL-Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi
Kayacı’nın çobanını AKP’liler kandırdı
SAYIN Aysun Kayacı’nın oyu, çobanın oyundan daha kıymetlidir. Çünkü;
- Çoban yeterli tahsil yapamamıştır.
- Gerçek ilmi, ekonomik, toplumsal, siyasi, dini vb. yayınları okuyamaz.
- Çoban, Dengir Mir Mehmet Fırat tarafından kandırılmıştır.
- Çoban bilgisizlikten kanar, Dengir Mir Mehmet Fırat bilgisini yanlış yolda kullanıp onu kandırır. Aysun Kayacı, Dengir Mir Mehmet Fırat’a kanmaz.Ayrıca; Aysun Kayacı zariftir. Dengir Fırat, topluma hitap etme nezaketinden yoksundur. Çoğalsın Aysun Kayacı’lar...
Kemal ÖZALP K.ÇAMLICA
TÜRKİYE’nin gelecekte siyasi tarihini yazanlar, Aysun Kayacı’nın bu sözünü es geçemezler.
Şimdi susmak zamanı
ANAYASA Mahkemesi, iddianameyi değerlendirme sürecinde, muhaliflerin, sözlü ve yazılı basındaki yansımaları gerilimi arttırırken, AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu üyesi Oli Rehn Slovenya’da Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın da bulunduğu Dışişleri Bakanları toplantısında Anayasa Mahkemesi’ne talimat vermeye kalkmış ve müzakerelerin askıya alınabileceği tehditinde bulunmuştu. AB ile sürdürülen müzakerelerde, müzakere çerçeve belgesine uygun bir yol izlemek geçerli bir tavırdır. Ancak aday ülkenin en yüksek yargı organını tehdit etmek müzakere uslubuna aykırı olup ilkel bir ’sömürgeci’ tavrıdır. Yüce mahkeme içerden-dışardan yapılan haksız-yakışıksız baskılara aldırmamış ve oybirliği ile davayı esastan görüşme kararı vermiştir.
AKP ve yandaşları, Anayasa Mahkemesi’ne saldırmaktan vazgeçmeli ve sukunetle yargının tecellisini beklemelidirler. Sayın Başbakan, Şeyh Edibali’nin öğütlerine en çok bu dönemde itibar etmeli, hiddete kapılmamalı ve kendisini maceraya sürüklemek isteyenlerin oyununa gelmemelidir.
Anayasa Mahkemesi’nin üyelerinin en az Brüksel yargıçlarının adaleti kadar adalet sahibi olacağını kabul etmelidir. İddianamenin ortaya çıkmasından beri suç işleyenler artık susmalıdır. Bundan sonra söz yargınındır.
"İnsan neyi nasıl yaşayabileceğini nasıl bilebilir ki... Ama her şeyi algılayabilir. Emniyet’te nalları dikmek, hastanede ayvayı yemek, ya da her ikisinden sonra nar suyu içmek talihine kavuşmak bizim dışımızdaki yazgımızın bileceği komedyanın çeşitli perdeleri... İşte bunları yaşamak için çaba gösterirken okurlarımdan birkaç gün izin istiyorum."
Selçuk kendisini ziyaret eden dostlarına "Gene geleceğim" diyor.
Sac fiyatlarında 3 ayda % 51 artış mı önemli, Hilton’un Türkiye gezisi mi
PETROL fiyatlarına ilaveten dünya hammadde (döküm dövme, sac) fiyatları da hızla artıyor. Bu bağlamda Türkiye’nin tek sac üreticisi olan ERDEMİR de haklı olarak sıcak levha sac fiyatlarını artırıyor. Nasıl mı?
31 Aralık 2007’de 735 $/ton
30 Ocak 2008’de 795 $/ton
11 Şubat 2008’de 860 $/ton
29 Şubat 2008’de 940 $/ton
28 Mart 2008’de 1095 $/ton oldu.
Üç ayda dolar bazında artış % 49 (bazı kalemlerde bu artış % 56’ya geliyor), YTL bazında % 61!..
Kantar ağırlığı 10 ton olan bir kamyondaki maliyet artışı 4000 doları buluyor. Bu durumun Paris Hilton’dan daha önemli olduğuna inanıyor, gazete ve TV’lerin, ekonomistlerin dikkatini çekiyorum.
Mehmet ATTİLA-Ege Endüstri AŞ Genel Müdürü, Ege Bölgesi Sanayi Odası Otomotiv Yan Sanayii Meslek Komitesi Başkanı