Paylaş
Sektör kurumları ve meslek örgütlerinin, birbirinden bağımsız, kopuk halkalar gibi düzenlediği birkaç toplantı, hükümetten çare bekleme dışında sonuç veren, etkileyici, krizi kısmen de olsa hafifletici hiçbir girişim geliştiremedi.
Türk turizmi, ağır bir travma geçirmiş bir kişinin yoğun bakıma alınarak uzun bir tedaviden geçmesi gibi ele alınmalıdır.
Bu noktada sektör kuruluşlarına çağrım şudur; cesur olun, sesiniz gür çıksın, size verilenler lütuf değildir, tam tersine siz bu sektörü geliştirip döviz kazandırıp, yüksek istihdam sağlayıp, ülkemizin ve milletimizin dünya kamuoyunda tanıtılmasını sağladığınız için esas siz bu devlete lütufta bulunuyorsunuz.
Sürekli karşılaştığımız haksızlıklara karşı direnin, mücadele edin ve bu mücadeleyi kazanmak için bir an önce güçlü-teşkilatlı-etkili bir çatı örgüt kurun.
Rica etmeyin, talep edin, isteyin. ‘Bizim olmazsa olmazımız budur’ deyin ama önce bir araya gelin.
Türk turizm sektörünün yalnız tesis yapımıyla yetinmesi, acentelerimizin yurtdışından turist getirmekten çok yurtdışına Türk turistleri götürmeyi tercih etmeleri, uluslararası çapta çalışacak tur operatörlerine dönüşmemesi, sektörün tek çatı altında toplanmaması otel sahipleri, otel işletmecileri, lokanta, gazino ve eğlence yerleri seyahat acentelerinin, rehberlerinin ayrı telden çalması, krizle karşılaşıldığında sektörün güçlü bir şekilde tek ses halinde gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında gerekli yerleri muhatap olmasını engellemiştir.
Sektörün Türkiye İhracatçılar Meclisi’ni (TİM) örnek alıp bir ‘Türkiye Turizmciler Meclisi’ kurması ve Türk ihracatçılarının yaptığı gibi malını satmak için didinip çalışanları örnek alması ve kendi pazarını kendi yaratması gerekmektedir.
Sürekli devletten aldığı teşviklerle büyüyen sektör, bu gibi durumlarda reşit hale geldiğini anlamalı, tesislere yapılan milyarlarca dolarlık yatırımlar yanında pazarlamaya da ciddi yatırım yapması gerektiğini kavramalıdır. / Bülent AKARCALI - ANAP döneminin eski Turizm Bakanı
ÖNCE DEMOKRASİ VE HUKUK
ATSO Başkanı Davut Çetin turizmde yaşanan sıkıntılar için şöyle konuştu: “2016 yılı bizim için ibret yılı oldu. Turistin değerini anladık. Şimdi asıl mesele 2017 yılının kurtarılmasıdır. Turizm ve tarım desteklerinin zamanında açıklanmasını ve resmiyet kazanmasını bekliyoruz. Biz AB âşığı değiliz, ama ihracatımızın yarısı Avrupa’ya yapılmaktadır. Her yıl tanıtım yapıyoruz, bu yıl da Antalya olarak yeni bir tanıtım hamlesi için çalışıyoruz. Fakat Avrupa’daki Türkiye imajı konusunda artık hükümet düzeyinde farklı bir çalışma gereklidir. Demokrasi ve hukuk alanında eleştirilen bir ülke olmamalıyız.”
ZEUGMA 2. MARS MUCİZESİNİ BEKLİYOR
ZEUGMA Mozaik Müzesi’nden sonra dün Nizip’te, Birecik Barajı’nın kıyısında bulunan Antik Zeugma kentini ziyaret ederek, müzesinde sergilenen eserleri gördük. MÖ 200 yılına ait ‘muhteşem villa’ kalıntılarını, taban mozaikleri ve duvarlarda yer alan freskleri ziyaretçi sayısı ne yazık ki çok düşmüş... 2000’li yılların başındaki ziyaretçi sayısı (ki 200-250 bini buluyordu), bugünlerde 50 binlerde... Güneşin doğuşu ve batışını artık yerlilerimiz bile izlemiyor.
Sanat tarihçisi ve rehberlerle konuşurken ilginç bir şey söylediler: “Siyaset ve kültürel çekişme Zeugma’nın yıldızını söndürdü. Eski popülerliğini kaybediyor. Koskoca Roma İmparatorluğu’nu ‘Çingene Kızı’ ve ‘Mars Heykeli’ ile sınırlandırdık. Oysa Fırat sahillerine Zeugma’ya eşdeğer antik kent yer alıyor. Örneğin Kargamış... Kazısı yapılamayan Apameia antik kentleri gibi... Diyeceğimiz, Zeugma 2000’li yıllarda Mars Heykeli ile yakaladığı ikinci mucizeyi bekliyor. Yani yeraltında daha büyük ve daha orijinal eserlerin varlığının ortaya çıkarılması...
Gaziantep Valisi Ali Yerlikaya ve Belediye Başkanı Fatma Şahin’in bütün gayretlerine karşın, Zeugma (Belkıs) konusunda şehrin ‘ortak aklı’nı Ankara’ya özellikle Kültür ve Turizm Bakanlığı’na daha çok baskı yaparak göstermek gerekmiyor mu?
BAŞKAN VE KARARNAME
BAŞKANLIK için iki parti arasında sürdürülen gizli anayasa pazarlıklarından sızan, sızdırılan bilgilere göre; ‘kararname çıkarma’ yetkisi üzerinde tartışmalar henüz netleşmemiş. Partili olma, olmama, üyelik veya genel başkanlık statülerinin teorik bir tartışma ötesinde, kıymeti harbiyesi yok.
Bugün fiilen iktidar partisinin genel başkanı belli. Lafı eğip bükmeye gerek yok, Cumhurbaşkanı, seçim ile ‘buradayım’ argümanı ile Anayasa’yı tek başıma ve fiilen dizayn etmiş vaziyette...
Bugün yapılmaya çalışılan, anayasal bir kılıf geçirerek, zevahiri kurtarmak değil midir?
Yeniden yapılanma ve teşkilatlanmanın nerede başlayıp nerede duracağını sadece başkan takdir eder. Yapılanma ve teşkilatlanmaya, çay hasadından geri kalan yüksek yargı da dahil edilirse, yargısal denetimin etkinliği de tartışılır. Yeni dönemde kararnameler ile hukuk arasında (‘yargı değil’) ciddi tartışmalar olacak gibi görünüyor.
Anayasa değişikliği muhabbetine, son söz olarak ferman kararnamelerin ise, hukuk milletindir... / Uğur GÜZELBAHÇE
GÜNÜN SÖZÜ
“Çevre ve insan sağlığını gözeterek biz kömürlü termik santrallarını belli bir program içinde kapatıyoruz; yenilerini de yapmaktan vazgeçtik’ demelerini beklediğimiz devlet yetkililerinden inanılmaz bir açıklama geldi: ‘Kalorisi düşükmüş; önemli değil. Birkaç kürek fazla atarız olur biter. Kömür rezervlerimizi son gramına kadar kullanacağız.’ Termik santral değil, sanki salonumuzun ortasındaki soba.” / Ahmet SOYSAL - Alakarga Dergisi
Kıbrıs’ta ‘Kanlı Noel’i unutmayınız
1963’te Dr. Binbaşı Nihat İlhan, Kıbrıs’ta çok sevilen, Türk–Rum ayırım yapmadan yardıma koşan bir Kıbrıs Türk Alayı görevlisiydi.
O gün Lefkoşe hastanesinde hamile bir Rum kadının ameliyatındaydı. Çok sorunluydu durum o hem anneyi, hem bebeği kurtarmaya çalışıyordu. Ameliyathaneye telaşla girenler oturduğu mahallede EOKA canilerinin ateş ettiğini bildirdiler. Bebek doğmuştu ama anne tehlikedeydi ve ameliyatı yarım bırakırsa ölecekti. Devam etmeye karar verdi. Saatler süren ameliyat sonrası koşarak evine gitti. Hepimizin unutmaması gereken fotoğrafı gördü. 3 oğlu ve karısı banyoda küvetin içinde birbirlerine yapışmıştı adeta ve kanlar içindeydi. Sanki oğulları “Baba... Baba... Neden geç kaldın” der gibiydi. Düştü ve bayıldı.23 Aralık 1963. Bunu yaşayan Nihat İlhan 25 Ekim günü hakka yürüdü, ailesiyle cennette buluştu.
Bu yüzkarası fotoğrafa, öldürülen veya ortadan kaybolan Türklere rağmen ne Yunanistan, ne Avrupa, ne İngiltere ne de ABD Rumları korumaktan vazgeçmedi! Tam tersine...
Sonunda kardeşlerimizi, soydaşlarımızı korumak için 1974’de Kıbrıs’a çıktık ve ölümler durduruldu.
Rum ananın hayatını kurtaranın çocuklarını öldüren zihniyet o gündür bugündür KKTC’ye ambargo uyguluyor. Onu tanımıyor. Yasalara aykırı AB’ye Kıbrıs Rum tarafını aldılar. EOKA yerine ELAM kurdular.Ne dilimiz, ne dinimiz aynı! 40 yıl geçmiş aradan. İki ayrı devlet olmak şart artık.
Şımarıklığın her halini yaşayan Rumlara AB taviz vermemelidir artık ‘Dönüşümlü Başkanlık’ uyutmacılarına kanılmamalıdır.Geçmişini unutanın geleceği olmaz.
Türk Mukavemet Teşkilatı şehitleri ve ayrım yapmayan kültürümüzün neferi rahmetli Nihat İlhan anısına Kıbrıs’a sahip çıkın.Garantör olmaktan vazgeçemez Türkiye... Yoksa başımıza gelecekler görünüyor.
K. Ç.
Anayasa muhabbeti hayırlı olsun
BAHÇELİ’nin “Başkan’lık meselesini halledelim” Erdoğan’a uygun bir Anayasa yapalım önerisi ile çıkılan yolda, sona gelindi. Arada pürüzlü, buçuklu maddeler var deniyorsa da, sipariş Anayasa değişikliğini, çok önceden hazır olduğu anlaşılıyor.
Bir sabah güne uyanıp, hidayete ererek, Anayasa meselesinin gündeme alınması, biraz, “bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü” halini çağrıştırıyor. Başbuğ’un oğlu Tuğrul Türkeş de ‘hafif tertip’ tedirgin…
Parlamento temsilinde, üçüncü olan parti yönetimi hapse atılmış, ana muhalefete ‘vebalı muamelesi’ yapılıyor, iktidar, en küçük parti gurubu ile rejim üzerine Anayasa tasarrufunda bulunuyor.
Meclis demokrasisi bakımından, ‘kendin pişir kendin ye’ usulü hazırlanan bir değişiklik paketini, referandumda millet yer mi, yoksa, “dokunur, ben almayayım” mı der, yakında anlaşılacak.
Külliye ve efradı, Bahçeli ve çekirdek kadrosu ortaklaşa, rejimi selamete kavuşturacak hamleyi yaptılar. Meclisin tepkisi; henüz belirsizliğini koruyor..
Otoriter gelenek ile ‘tek adam sultası’nın işbirliğinin demokrasimize maliyeti veya katkısı ne olacak, sorusunun cevabını vermekte, ulema dahi zorlanır.
Son Anayasa değişikliğinde, Pensilvanya’daki ulema vasıtasıyla, ‘mevta’lar da “kabul’ oyu için seferber edilmişlerdi.. Sonrası malum, aynı ulema ve müritleri, imamları, nerdeyse, demokrasimizin cenaze namazını kıldıracaklardı.. 241 masumu musalla taşına yatırdılar… Demokrasi’nin bedelini ödettiler.. Bu sefer ne olacak, umalım ki ‘ hayırlar olsun’.
Kalender ÖZCAN
Paylaş