Paylaş
HER şey ‘Said-i Nursi’’ veya ‘Said-i Kürdi’, 'Bediüzzaman Peygamberi'nin Isparta'ya sürgün edilmesi ile başladı. Isparta ve civarı ‘Radikal ve fanatik İslam’ın ‘Kum’ kenti oldu. İran'daki molla kenti gibi...
Oradan çıkan tüm bireyler, siyasi pozisyon elde eder etmez, İslam'ın bu ‘cahiliye’ devrinin tohumlarını, Türkiye'ye ektiler. Bugünlerde onların meyvelerini aldılar, ortalığı toz duman yaptılar...
Said-i Nursi, Babıali'de 'Volkan' gazetesinde kalemşördü. Milli Ahrar Partisi (yani Milli Selamet) kurucusu idi. Pan-Türkizm İslam Cumhuriyeti'ni kurmak istiyordu. Bir de, Pan-İslamizm Cumhuriyet sentezi vardır...
Birbirlerinden farkları biri kravatlı, takım elbiseli imajlı; diğeri daha kalender, ‘kravatsız, takım elbisesiz’ (Fethullahçılar). Biri Nakşi, diğeri Nursi idi. Yani biri Ahmet Yesevi'ci, diğeri Said-i Nursi'ci.
Sonra...
Damat Ferit Paşa; Hürriyet ve İtilaf Partisi'ni kuruyor. Bu parti daha çok, ‘Halife-padişah-medrese’ ağırlıklı... İki tarikatı içeren bir kondisyonda...
Bu partinin Aydın İl Başkanı Menderesler.... Sonra Cumhuriyet dönemi... 'Serbest Fırka' (Fethi Okyar liderli) partisi kuruluyor. Aydın İl Başkanı yine Menderesler... Sonra Demokrat Parti yine Aydın İl Başkanı Menderesler...
Sultan 2. Mahmut, amcası 3. Selim'den 'Nizam-ı Cedid' yani yeni düzen değişikliği nosyonunu aldı. (Bülent Ecevit de bunu kullandı.) Devşirme Yeniçerileri ve medreseyi ortadan kaldırdı. Bu iki sınıf devamlı isyan edip, padişahların, vezirlerin ve sadrazamların kellelerini kestirdiler. Neden, malzemeleri neydi? Sebep avanta, malzeme din, parola 'din elden gidiyor', işareti tekbir, Allahuekber ve tema; ‘‘Şeriatüzre davamız vardır'... ‘‘Ayak divanı isterüz...’’
Hoşaf bulaşığı kadar bir tarihi geçmişi hatırlattıktan sonra derim ki. Şimdiki siyasi kadro (DYP, ANAP, RP/FP, 1/2 MHP), 1400 sene önceki İslami yaşamı tekrarlamak istiyor. Taa Kanuni'den beri fonksiyonellerdir...
Parlementoda, Sultan 2. Mahmut ve Atatürk'ün düşlediği toplumu temsilen bir tek DSP, dışarda da CHP kaldı. Bir de Türk Silahlı Kuvvetleri... Eğer bu iki öğe, TC'nin altyapısı çökerse işte o zaman, ‘duvardaki harita' düşer. Bayrak yeşile boyanır.
Erkan Mumcu'lar ve diğerleri onların militanlarıdır... Belli olmuyor mu?
Sayın halkım, bir gün geç olabilir, son pişmanlık fayda etmez...
Durgun toplum, pişmanlık getirir.
Örneği bugünlerde Yugoslavya'da görülüyor.
Herkes elini taşın altına koyup düşünmelidir.
Fikret ÖZALP
Emekli Albay - İSTANBUL
Alemdaroğlu ne söylemişti?
İSTANBUL Üniversitesi'nin açılışında Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun konuşmasının tümü bazı gazetelerde yer aldı.
Peki Rektör Prof. Kemal Alemdoğlu ne demişti?
Konuşmasını 46 sayfalık bir kitapçıkta toplamış, medya mensuplarına göndermiş. Bize de geldi...
Konuşmasının başında doğal olarak üniversitede yaptıkları çalışmaları anlatıyor. TBMM'de şahsı adına 'Meclis Araştırması' açılması, öğrenci-öğretim üyesi affı, vakıf üniversitelerinin öğrenci ve öğretim elemanları için yarattığı sıkıntılar ve öğretim üyelerinin ücret politikası konusunda eleştiriler yapıyor. ‘‘Çarpık ve sapık düşünceleri ile ülkemizi ortaçağ karanlığına götürmeye ve temiz insanlarımızı kandırmaya yönelik’’ saldırılara karşı mücadelesini anlatıyor ve şöyle devam ediyor:
‘‘Böylece Atatürk Türkiyesi'ni korumakta ve Cumhuriyet'in değerlerine sahip çıkmakta kararlı olan ulusumuz ve başta TSK olmak üzere üniversitelerimiz ve çağdaş kurumlarımız; ülkeyi 'aklı ve vicdanı körleşmiş' bir grubun çağdışı emellerine terk etmeyeceğini ve asla bu konularda ödün vermeyeceğini göstermiştir.’’
Atatürkçü kişilere karşı sürdürülen cinayetlere ülke yöneticilerinin hızla kalıcı çözümler sağlanmasını ümitle beklediklerini vurgulayan Alemdaroğlu daha sonra şunları söylüyor:
‘‘Demokrasi toplumda farklı görüşlerin özgür ortamlarda tartışılması ile gerçekleşebilir. Ancak bugün dünyada hiçbir demokratik rejim, varlığını tehdit eden ve ortadan kaldırmak isteyen düşünce ve eylemlere özgürlük tanımaz. Böylece demokratik rejimlerin kendi varlıklarını sürdürebilmeleri bazı yasal önlemler alınmasını gerektirir. Bu anlamda siyasal iktidarın dinsel otoriteden bağımsızlaştırılması yani din ve devlet işlerinin ayrılması anlamına gelen 'laikliğin', Türk demokrasisinin önemli temel dayanağı olduğunu vurgulamak isterim.’’
ANTİ-LAİK BAŞKALDIRI Dini duyguların sömürülerek demokrasi postuna bürünmüş irticai hareketlerin ulusumuza dayatıldığını anlatan Alemdaroğlu, ‘‘Bunlara karşı gösterilen kayıtsızlık endişe vericidir. Bir din adamının laiklik ve çağdaşlıkla bağdaşmayan beyanlarının medyada yer almasına karşın herhangi bir yasal yaptırımın uygulanmaması, anti-laik başkaldırılara cesaret verici bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir.’’
Alemdaroğlu, Ulusal Kurtuluş Savaşı'ndan 80 yıl sonra çokdillilik tartışmasına da karşı çıkıyor ve şöyle diyor:
‘‘Tek devlet, tek vatan, tek ulus, tek bayrak ve tek dil kavramlarından asla ödün vermeyeceğimizi, ancak son yıllarda özellikle köktendinci kişilerin peş peşe, bu kavramların korunmasında ve savunulmasında görevlerini her zaman başarı ile sürdüren TSK'de görev almamak için çürük raporları almakta olduklarını ibretle ve üzüntü ile izlediğimizi ve bu tür davranışları şiddetle kınadığımızı belirtmek isterim.
Demokrasi ile yönetilen ülkemizde insan hakları ve temel özgürlükler kavramları içerisinde, demokrasi anlayışını yozlaştırmaya ve 'özgürlükler kaosu' haline getirmeye hiç kimsenin veya hiçbir kurumun hakkı yoktur. Böylece anayasal düzenimizi, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünü, insan haklarına saygılı demokrasi anlayışımızı laik ve sosyal hukuk devleti kavramlarını Atatürk ilke ve devrimleri şemsiyesi içerisinde korumak ve savunmak üniversitelerin en kutsal görevleridir.’’
Alemdaroğlu, gençleri her türlü gerici ve bölücü akıma karşı uyanık olmak ve Atatürkçü çizgiden şaşmamak konusunda duyarlı ve kararlı olmaya çağırıyor. Ve konuşmasını şöyle bitiriyor:
‘‘1933'de ulu önder Atamız tarafından çağdaş bilim kurumuna dönüştürülen üniversitemizin rektörü olarak, bugüne kadar Atatürk ilke ve devrimlerinden, laiklikten, cumhuriyetçilikten ve demokrasiden hiçbir zaman bütün yöneticiler gibi ödün vermediğimizi ve gelecekte de ödün vermeyeceğimizi inançla ve gururla bildiririm.’’
Özkan nerede hata yaptı?
SÜLEYMAN Demirkan'ın Halk Bankası'ndan Şevket ve Murat Demirel'e 100 milyon dolarlık kredi açıldığını ve sonradan bu kredilerin üzerine nasıl yatıldığını anlatan haberini dün Hürriyet'te ibretle okuduk.
Belli ki, Murat Demirel ailesi Egebank'ı alırken, kamuya ait kaynakları da kullanmış. Halk Bankası'nın, DSP'li Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın denetiminde olduğu biliniyor.
Sayın Özkan bu bankanın denetimini aldıktan sonra DYP döneminin kadrolarıyla çalışmayı tercih etti. Anlaşılan DYP kadrolarının icraatı şimdi Hüsamettin Özkan'ın ayağına dolaşıyor. Gerçi dürüstlüğünden şüphemiz yok, ama Halkbank yönetimini zamanında değiştirseydi, bütün bunlar başına gelmezdi.
L. YURTSEVER-İZMİR
Paylaş