Paylaş
Dokümanları, 1992'de DPT Müsteşarı olduğu dönemden başlayarak bugüne kadar ekonomi ve siyaset alanında söylediklerini gazete-dergi röportaj, makale, konferans, TV programları ve bunlara ait değerlendirme köşe yazıları olarak sınıflamış; konuşmalarını da deşifre etmiş.
Kesici, sitede yazıları olan gazetecilerle dün Feriye Lokantası'nda kahvaltı yaptı. "Bütün bunlar sizlerin eseridir" dedi. Böyle bir siteyi kişisel olarak meydana getirmek biraz marifet işi galiba. Çünkü bu işleri bilen bir gazeteci dostumuz "Kesici'ninki, Clinton ve Al Gore'un sitelerinden daha kapsamlı" dedi.
Sunuşu deyimler, atasözleri, şiirler ve fıkralarla süsledi. Siyasetten söz ederken Cumhurbaşkanlığı için "Başbakan kendi kendini atıyor" dedi. Ve Yunus Emre'nin şu sözüyle Erdoğan'a da göndermeler yaptı:
"Göz o ki, dağın ardını göre/ Akıl o ki, başına geleceği bile."
13 YILDAN BERİ ARTIK YETER
Kesici gazeteci dostlarının "Siz ne yapacaksınız" sorusuna "Ya bir yol bulacağız, ya bir yol açacağız" dedi. Ayrıntıya girmedi ama Kesici'nin bulunduğu eksende DYP'de ve Anavatan'da, önümüzdeki bir iki ay içinde bir hareketlenmenin olacağı işaretleri vardı.
DYP ve Anavatan'la yaptığı temasların sonucu Demokrat Parti'yi çağrıştırabilir mi?
Bunu böyle yorumlayanlar da oldu aramızda.
Özet olarak DYP, Anavatan, merkez sağ ve soldaki önemli isimlerin katılımıyla bir 'Şapka Koalisyonu' gündeme gelebilir. Kesici de platformda önemli bir rol alabilir.
Çünkü gazetecilerden bazıları kendisine "Sayın Kesici artık yeter, 13 yıldan beri izliyorsunuz, sahneye çıkmıyorsunuz. Artık bu son olmalı ve Türkiye birikimlerinizden yararlanmalı" derken, Kesici'nin buna yanıtı şöyleydi:
"Salondakilerin yakın çalışma arkadaşlarımın bilmediği, duymadığı hatta tahmin etmediği önemli işlerin içerisindeyim. Bir iki ay içerisinde büyük gelişmeler olacak. Bizim milletin şöyle bir hali var; yumurta kapıya dayanmadan harekete geçmez."
Kahvaltının sürprizi Hasan Pulur'un yaşgününün bir pasta ile kutlanmasaydı.
Kural tanımazlık
(DÜNKÜ "Türklere 'aşık' olma hakkı yok" yazısı üzerine)
ALMANLARIN ve AB devletlerinin Türklere karşı olan tutumlarını ve nefretlerini biliyoruz ve de çifte standartlarından da rahatsız oluyoruz. Ancak biraz da özeleştiri yapmakta yarar yok mu? Siz hiç Türkiye'den gelen bir uçaktan çıkan Türklerin kılık ve kıyafetlerini gördünüz mü? Adam şalvarla Almanya'ya geliyor. Köyünde nasıl yaşıyorsa 40 senedir de Almanya'da o şekilde yaşamaya çalışıyor. Siz Türkiye'de 2-3 milyon Hintlinin veya Pakistanlının kendi yaşam tarzları gibi yaşadığını görseniz ve de baharatlı yemeklerinin kokuları arasında yaşamaya çalışsanız nasıl davranırdınız? Türkler'de kural tanıma kavramı yok, yaşadıkları topluma uyum sağlama çabaları yok vs... Siz Almanların yerinde olsanız nasıl davranırdınız? Biraz da özeleştiri lütfen.
Ali ATLIER
Biliyor musunuz
TANSU Çiller'in henüz adı belli olmayan siyasi yaşamını ve iktidar günlerini anlatan kitabını, eski danışmanı Mehmet Ensari'nin yazdığını ve mayıs ayında piyasaya çıkacağını (A.İ.'den)... KKTC Ticaret Odası'nın, M.Ali Talat'ın katkısıyla Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde görev yapan Türk kökenli 20 milletvekilinin katılımıyla düzenlediği 'Kuzey Kıbrıs Zirvesi'nin Girne'de cumartesi günü yapılacağını...
GÜNÜN SÖZÜ
"Amerika, insan mı, petrol mü dediğinizde petrolü tercih eder. Kimse işin bu tarafına bakmıyor.
(...) Bizim siyaset yapacağımız anlayış en az %40 ile iktidara gelmelidir. (...) Herkes siyasetin içinde yer almalıdır. (...) Barzani ve Talabani'ye Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarafından 3 milyar dolar para verildi; bunun hesabı sorulmalıdır. Amerika'nın ve PKK'nın istediği dağda terörist olanların siyasete çekilmesidir. (Kenan Evren'e) O yorgun ve ümitsiz."
(E. Tümgeneral Osman Pamukoğlu)
Alevcilik Atatürkçülüktür
LAİK demokratik Atatürk Cumhuriyeti'nin karşıtı köktendinci bir akım, Fethullahçılık, Aleviliğe merak sarmış; güdümlerindeki bir vakıf aracılığıyla Türkiye Aleviliğini tanımlamaya kalkışmış. Gülünç, acınası ve hadbilmezce bir adım bu. Alevi bir yurttaş olarak tüm varlığımla kınıyor ve diyorum ki: Aleviliğin Alevilerce belirlenmiş temel bir tanımlanış öğesi 'Atatürkçülük'tür. Alevi İslam inanışını benimseyeniyle, çokça dindar olmasa da hümanist Alevi düşünüşüne sıkı sıkı bağlı olanıyla milyonlarca Alevi için temel ölçüt budur. Şeriatçı rejim karanlığını ülkemize getirme düşü kuranlarla Alevilerin işi olmaz! Kimi yolunu şaşırmış, üstelik 'araştırmacılık' sanı da bulunan Alevi yurttaşın aykırı tutumları hiçbir şey ifade etmiyor. Onlara ancak, eski dille 'reha' (kurtulma, doğruyu bulma) diliyorum... Son olarak basın yayın organlarımızdan bir dileğim olacak: Aleviler için 'cemaat' terimini kullanmamaya lütfen özen gösterin. Tarihsel ve sosyolojik açıdan temelinden yanlış bir yakıştırma bu: Hem, milyonlarca insanı nasıl 'cemaat' yapabilirsiniz?
Aziz Naci DOĞAN
0212-466 46 26
Kitap okumak
Kitap okumak: İyiliğe, güzelliğe uzanan, içinde binbir renk ve desen bulunan bir halı dokumak.
Kitap okumak: Kardan, kıştan kurtulmak, bahar olmak, çiçek açmak, arıya dönüşerek; çiçeklerden bal yapacak malzeme taşımak
Kitap okumak: Sanat, bilim deryasına dalmak, yılana, yalana sarılmadan yaşamak.
Kitap okumak: Düşünce ve duygularına yeni ufuklar açmak, mutluluğun gökyüzünde güvercin uçurmak.
Kitap okumak: Özlemlerine, umutlarına kanat takmak, erdem ve özveriyle tanışmak.
Kitap okumak: Yazarlardan aldığı güçle bilgisizliğin, bilinçsizliğin karanlığını delmek, acılarını unutup gülmek, aydınlık sabahlara uyanmak; kötülere, çirkinlere meydan okumak.
Kitap okumak: Sevmenin, sevilmenin, insan olmanın değerini, önemini anlamak, uygarlaşmak, gelecek güzel günlere yelken açmak.
Erhan TIĞLI
TCDD lokantasında sigortasız işçiler
HAYDARPAŞA'dan 23 Mart cuma günü saat 08.35'te hareket eden Doğu Ekspresi'nde beş gazeteciydik.
Eskişehir'de saat 16.00'da başlayacak foruma yetişmek için, bu trenden başka şansımız yoktu. Hepimiz İstanbul'un ayrı bir köşesinde oturduğumuzdan, treni yakalamak için, erken saatlerde yola çıkmıştık. Kahvaltı etmeye vakit bulamayacağımızdan, tren restoranında buluşmak için sözleşmiştik. Nitekim Pınar Türenç vagonun kapısında belirdiğinde, trenin hareket etmesine 45 saniye kalmıştı...
Az sonra beş kahvaltı sipariş edip, sohbete başladık.
Biraz sonra mutfakta bir tartışma başladı.
Garsonlardan biri, cep telefonundan, birilerine verip veriştiriyordu.
Derken Pendik İstasyonu'na geldik.
Tam bu sırada mutfaktan fırlayan garson, telefonda tartışmaya devam ederek perona indi.
Mesele şuydu:
Yemekli vagonları işleten müteahhit, adamın sigortasını yatırmamıştı.
Bizlerse açlıktan bayılıyorduk.
Hayrettin Karateke pencereyi açtı ve haksızlığa uğradığını haykıran garsona seslendi:
"Delikanlı; şimdi gel, çaylarımızı ver, yolda meseleyi bize anlat. Belki hep birlikte çözüm bulabiliriz..."
Ancak garson kararlıydı:
"Olmaz abi olmaz, artık bıçak kemiğe dayandı. Bu sömürüye daha fazla katlanamayacağım."
Ve tren hareket etti.
Biz de sinirli sinirli söylenerek evinin yolunu tutan garsonun arkasından bakakaldık...
Gerçi Türk milletinin hafızası nisyan ile malûldür ama sanırım "hızlı tren" kazalarıyla ilgili resmi açıklamaları hatırlayacaksınız:
"Makinistin, hız sınırını aşması..."
Bu konuda hiçbir yorumda bulunmayacağım.
Ama Sayın bakan Binali Yıldırım:
Böylesine ciddi ihmallerin olabildiği koskoca TCDD'de, bir müteahhitin sigortasız adam çalıştırması ciddiyetle bağdaşır mı?
Açıklamanızı bekliyorum.
Mustafa SAĞLAMER
www.habertimi.com
Konut yardım fonu paraları nerde
MEMURLUĞUM esnasında Konut Edindirme Yardım Fonu adı altında 1987 yılından itibaren 1996 yılına kadar maaşımızdan para kesildi. Bu kesinti 1.8.1996 gün ve 4160 Sayılı kanun ile durduruldu. 19.10.2000 gün ve 24205 sayılı kanun resmi gazetede yayınlanan tebliğde hak sahiplerine paralarının geri ödenmesi kararı alındı.
Ödemelerin yapılmaması üzerine; 29.03.2003 tarihinde Emekli Sandığı'na kesilen paraların ödenmesini talep ettim, 10.4.2003 tarihli cevap yazısında; çalışmaların sürdürüldüğü ve tamamlandığında ödemenin yapılacağı belirtildi. İrademiz dışında maaşımızdan yapılan kesintileri nasıl geri alacağız? Anamızın ak sütü gibi helal olan paralarımızı umarım bir gün geri ödenecek...
Ramiz Akdemir-İZMİR
Ben bir arkeologum...
TRAKYA Üniversitesi Arkeoloji bölümü mezunlarındanım. Yani teorik olarak arkeologum. Teorik olarak diyorum, çünkü tahmin edebileceğiniz gibi işsizim. Fakat ben de en az sizin kadar mesleğimi seviyorum ve bu mesleği yapmak istiyorum.
Bu amaçla devletin açtığı KPSS girdim ve 80 üzeri puan aldım. Bu da demek oluyordu ki, Türkiye'de sınava giren tüm Arkeologlar ve Sanat tarihçileri içinde ilk 20 kişinin içindeydim. Artık tek iş Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın açacağı kadroları görmeye kalmıştı. Bakan Atilla Koç da umutlarımızı artıracak şekilde "Ben bu sene 400 kadrolu arkeolog alacağım" demişti.(internet arama motorlarında 400 arkeolog yazarak sordurursanız bunu teyit edebilirsiniz).
Dedi demesine de KPSS'ye ilişkin kadrolar açıklandığında gördük ki aldıkları yalnızca 8 arkeolog... Uğradığımız şoku tahmin edebilir misiniz bilmem. Bu kadrolar açıklanmadan yalnızca iki hafta önce ise Döner Sermaye İşletmeleri Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM) marifetiyle ve tirajı yüksek olmayan bir gazeteye ve kurum kapısına asılan ilanla duyurulan bir mülakat yapılarak muhtelif iddialara göre 200-300 arasında arkeolog-sanat tarihçi, geçici işçi sıfatıyla istihdam edilmiş. Bu mülakata girenlerle konuştuğumuzda ise sorulan soruların (lütfen buraya dikkat) ad, soyadı ve referanstan ibaret olduğunu öğrendik. Yani günlük tabirle torpil, iltimas, adam kayırma vs. vs. ile kendi yandaşlarını müzelere doldurmuşlar.
O bahsedilen 400 arkeolog kadrosunu bakanlığa sorduğumuzda ise Maliye Bakanlığı'nın kadro vermediği için gerçekleşmediği cevabını aldık.
Şimdi bunları size neden anlattığımı merak ediyor olabilirsiniz.
Tüm bu anlattıklarımı sizden önce bir kaç gazete ve köşe yazarına da bildirdik. Fakat sağ olsunlar bir iki tanesi dışında hiç kimseye (kulis yapma gücümüz ve/veya ismimizin önünde herhangi bir akademik ünvan, vs. olmadığı için) sesimizi duyuramadık. Ankara'da bakanlık önünde eylem yapma planlarımız ise ekonomik engellere takıldı. İsmi var, cismi yok olan Arkeologlar Derneği ise gönderdiğimiz postalara cevap vermeye dahi tenezzül etmediler. Açıkçası ne yapacağımızı şaşırmış durumdayız. Geçtiğimiz yıllar içinde onbinlerce öğretmen, polis, mühendis, mimar, imam-hatip vs. istihdam edilirken, arkeologlara layık görülen kadro sayısı sadece 8 kişiden ibarettir.
Sizden nacizane dileğim bir aydın ve gazeteci olarak bu adaletsiz durumu, arkeolojinin ülkemizdeki durumunu konu edinmeniz ve bu istihdam konusunu dile getirmenizdir. Şunu özellikle söylemeliyim ki; biz kimseden sadaka değil, yalnızca adaletli istihdam bekliyoruz. Reva görülen bu davranış, kanımca bize olduğu kadar ülkemizdeki arkeoloji bilimine ve mesleklerimize de hakarettir.
Onur YILDIRIM
Paylaş