Hava açık, ılık. Birkaç gün önce sepeleyen kar tutmamış. Halk, Çankaya bağlarının batısındaki Kırşehir yoluna açılan yokuş boyunca akın akın yollarda. Kulaklar minarelerde. O tarihi anı, selalarla bütün Ankara’ya müezzinler duyuracaktı. Mustafa Kemal’i karşılamaya çıkanlar arasında bölük bölük seymenler göz alıcı bir biçimde. Hepsi de çakı gibi. Kimi atlı, kimi yaya. Kiminin sağ omzunda baltaları asılı, kiminin ‘Martini’ tüfekleri çapraz. Şal kuşaklarında hançerleri parlıyor. Gözleri gibi. Elbas köyünden usta davulcular gelmiş. Abdal Hasan’lar, Deli Haydar’lar, Kara Mahmut’lar, Mohaç’tan, Çaldıran’dan, ya da bir başka er meydanından. Sabırsız bir bekleyiş bu. Saatler öğleden sonra üçü on geçeyi gösterirken, o selalar duyuldu. Cümle halk arasında bir dalgalanma oldu. Yokuş başına doğru bir yüklendi Ankara. Bir sevinçli telaş, bir büyük heyecan. Uzaklarda bir motor gürültüsü vardı. Sonra, korna sesleri. Evet, geliyordu Mustafa Kemal. ‘Bandırma’ vapuruyla Samsun’a gelen Osmanlı Paşası o ‘Miralay Mustafa Kemal Hazretleri’ değildi bu gelen. Anadolu hareketini başlattığı için boynunda sarayın ‘idam fermanını’ taşıyan, bütün rütbelerinden istifa etmiş ve ‘Milletin bağrına dönmüş bir fert olarak’ sadece Mustafa Kemal’di. Kutsal kavgamızın. ‘Kurtuluş Savaşı’nın hazırlığını tamamlamıştı. Ankara, bu hazırlığın doruk noktasıydı. Yaralı bir ulus, artık onun önderliğinde buradan şahlanacaktı. Samsun’da bir hurdalıktan alınan, her parçası bir başka yerde bulunmuş, üstü açık, köhne otomobili yaklaşınca heyecan son haddine varmıştı. Davullar çok daha coşkuyla vuruyor, cümle tezahurat birbirine karışıyordu. Gülümsüyordu Mustafa Kemal, henüz 38 yaşındaydı ama, yüzünde, nice savaş meydanının tandırında yoğrulmuş bir başka olgunluk vardı. Mavi gözleri çelik pırıltısıyla yanıyor, kalpağının iki kenarında, şakaklarında uçuşan başak rengi saçları, güzel yüzüne bir başka anlam veriyordu. Yokuş başında, seymenlerin önünde durdu. Otomobilden indi. Onlara doğru ağır ağır yürüdü. Hepsi bir anda esas duruşa geçtiler. Her soluk tek can olmuştu. Bütün gözler, onun gözlerinde düğümlüydü. Vakur ve sert bir sesle: - Merhaba efendiler! dedi. - Sağol Paşa Hazretleri... - Arkadaşlar! Buraya neden geldiniz? - Millet yolunda can vermeye geldik! - Fikrinizde sabit misiniz? - And olsun. ... Ve, işte o zaman Mustafa Kemal’in gözleri ilk kez yaşardı. Zincir kabul etmeyen bu ulus, onun peşinde, gerekirse ölüme bile, göz kırpmadan gidebilirdi. Metin SOYSAL (Yıllarboyu Tarih Dergisinden)
‘Leasing’ açıklaması
BÜYÜKŞEHİR Büyükşehir Belediyesi Basın Koordinatörü Avni Kavlak “Leasing Otobüslerin İç Yüzü”(24.12.2010) tarihli okurumuz Suphi Sözeri’nin yazısına şu açıklamayı yapıyor: “Evet doğrudur Ankara’daki Belediye Otobüslerinin bir kısmı finansal kiralama yöntemiyle, yani leasingle alınmıştır. Bu nedenle bir kısmının plakası resmi iken, bir kısmının da plakaları sivil plakadır. Ancak iddia ettiği gibi bu otobüsler özel bir vakıftan kiralanmamış, Devletin Resmi Bankası olan Vakıfbank’a ait, Vakıf Deniz Finansal Kiralama A.Ş’den kiralanmıştır. Görüldüğü gibi birilerine peşkeş çekilmemiş, Devletin bir kuruluşu ile finansal kiralama işi gerçekleştirilmiştir. Yine iddia edildiği gibi vakfa aktarılan paraların bir kısmının, vakıf tarafından varoşlara gıda ve yakacak olarak dağıtılması söz konusu değildir, olamaz da. Büyükşehir Belediyesi, Ankara’da yıllardır gerçekleştirdiği dar gelirlilere gıda ve yakacak yardımını Belediye Meclisi’nin kararıyla kendi bütçesinden gerçekleştirmektedir. Aynı yazıda, Bayramda halk otobüslerinin 1 liraya çalıştığı, bu nedenle taşımacılıkta gerçek fiyatın 1 lira olması gerektiği savı ise anlamsız bir değerlendirmedir. Çünkü, Büyükşehir Belediyesi’nin otobüsleri geçtiğimiz bayramda, her bayramda olduğu gibi ücretsiz taşıma gerçekleştirirken, Özel Halk Otobüsleri’nin bir kısmı da vatandaşa bayramda ‘jest olsun’ diye 1 liradan yolcu taşımış, ancak kendi ifadelerine göre de ‘Mazot paralarını bile karşılayamamışlardır.’
Siyasette ne zaman, kulaklarımızı tırmalamayan, Rahmetli Ecevit gibi Türkçe’yi konuşan siyasetçilere kavuşacağız. Nurettin KAPTAN
GÜNÜN SÖZÜ
“Eğer ‘Dil’ münakaşası yapılmaya başlanmışsa o Devleti çökertmeye yönelik, bölmeye yönelik bir eylem var demektir”.. (ANAP’ın eski İçişleri ve Tekel Bakanı Rüştü Kazım Yücelen)