Paylaş
Yol üzerindeki benzin istasyonlarında üç kez durduk, çorba da içti, balkabağı da yedi. “Hoca çok fazla oluyor” deyince, “Bu güzel yemekleri başka yerde yiyemezsin” dedi. “Bak” dedi, Eskişehir gibi bir kent göremezsin...” diye de ekledi. Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen kadar Tepebaşı Belediye Başkanı Dt. Ahmet Ataç’ın da Eskişehir’in yaşamında katkısı vardı. Hele eğitim-öğretimin aktif olduğu dönemlerde Tepebaşı’ndaki eğlence hayatı iddia edilebilir ki, İstanbul’da yoktur. Lokantalar, şarapevleri ve birahaneler, kafeler, konserler, canlı müzik etkinlikleri, tiyatro oyunları... Bize yağma ve talana karşı kent ve çevre haklarını savunurken uğradığı baskıları anlatmıştı, etkileyici sesiyle... Büyükerşen ve Ataç’tan Eskişehir’i ve uğradıkları baskıları dinlemiştik... Ertesi sabah da Büyükerşen bizi atölyesine götürerek mumya heykellerimiz için yüz kalıbımızı almıştı. Uygulama sırasında hoca karşısında çok utandığımızı hatırlıyoruz. Onun için ne diyebiliriz:
Oktay Ekinci her zaman dik durdu, Türkiye’nin ve Cumhuriyet’in ihtiyacı olan bir aydınımızdı.
Türkçeyi çok iyi kullanırdı, İlhan Selçuk bu bakımdan kendisini çok beğenirdi. Son zamanlarda ‘mizahi’ Azeri Türkçesiyle de yazılar yazdığı görüldü.
Türkiye’nin bütün kentlerinini, tarihi geçmişini yazdı; yanlış işler yapan birçok belediye başkanını da utandırdı. Koruma Kurulu üyeliği sırasında ‘cinayetleri’ önledi. Ne yazık ki onu kimse anlayamadı, daha doğrusu anlamak istemedi. Çünkü ‘rant komiseri’ydi.
Yazılarında hem mimarlık hem de hukuk dersi veren bir yazardı. Onun için de mimarlık çevrelerinde şöyle denir: “Oktay Ekinci, Türkiye’de Mimar Sinan olmayı tek mimar Mimar Sinan diyerek yüksek mimar olduklarını her daim dile getirenlere ayar vermiştir.”
Kanaltürk’te (T. Özkan döneminde) Yolsuzluk ve Yoksulluk programları yaptı. Programlarında kentleşme üzerine bilinçlendirmeye çalışan ve düşünmeye çağıran bir ‘bilge’ydi sanki.
Son kitabı ‘İstanbul’un “İslambol” On Yılı’nda son 10 yılda genellikle dinci politikaların kent ve kent halkı üzerindeki etkilerini işledi.
Bursa’daki bir toplantıda şöyle dedi: “AVM’ler giderek artıyor. New York’ta 7, İstanbul’da 93 alışveriş merkezi var. Alışverişinizi AVM’den yaparsınız ama cenazenizi bakkal kaldırır.”
Onun için genel kanı şudur: “Her şeye karşı gibi görünen ama hep haklı olan bir mimar.”
Ekinci’nin cenazesi Mimarlar Odası (11.00) ve Cumhuriyet’in (14.00) önündeki törenlerden sonra Şişli Camisi’nde kılınacak ikindi namazından sonra Kanlıca Mezarlığı’nda toprağa verilecek.
Alman Hastanesi’nden notları:
‘Ayhavar Hastahana’dakilere
HÖRMETLİ ohurlar, bilirsiz, ‘anadilim’de galeme aldığım bu yazılarımda, Kars’ta 1950’lerde ‘Ekinci Pedalhanesi’nde basılıp neşredilen ‘Ayhavar’ (yetişin-imdat) ‘mizah gazetesi’nden elham alıram.
İndi de istedim ki hastahanade geçen bir neçe günü anadilimde sizlerle dertleşim...
Bu bayramı hastahanada garşılamah, hetta hastahanada keçirmeh nasip oldu.
Şükürler olsun, bele de nasip olmayabilerdi... Alman Hastahanası’nın nöroloji servisi, meni acil servisten yoğun bakıma alıp yüksek tansiyon darbesiyle ganayan beynime el goyanda, dohtorun ifadesine göre tehlikeyi ucuz atlatmışam...
İndi bu yazıyı da hastahana odasında meni ziyaret eden bir yoldaşımın kömeğiyle (yardım) galeme alabilirem...
Neçe olacah?
Peki, yazıh beynim niye ganadı; meni bu hallere tüşürdü?
Dohtor dedi ki: “İnden bele (bundan böyle) beynini yormayacan, gafanı her şeye tahmıyacan...”
Men de dedim ki: “Başüste! Emma görek bu ne cür (nasıl) olacah?”
Bunu fikrederken gördüm ki odadaki televizyada ‘Balyoz’ davasınnan söz açıp... hamı deyir ki: “Huguk galmadı.”
İndi deyin görüm ay dostlar, men bu yazıh beynime ne diyim; “Senin eyi olman üçün gerek heç oralı olmayasan, aldırmayasan” diyebilmeh golay mı?
İşte bele bir hastalığa yagalanmışam ki ya beynimi gandıracığam ya da gerçehleri yoh gabul edecem...
Yazıh nörologlar da “iki arada bi derede” galıplar.. İstiyirler ki hem hestaları tezlikle eyileşsin, yaralı beyni daha fazla zerer görmesin; hem de olanı biteni doğru gavrayah, eyi anlayah...
Ay dostlar bu heberlerle bu mümkün olabiler mi? Bilen varsa menim nörologlarıma da anlatsa eyi olar...
(Cumhuriyet’te dün yayınlanan son yazısı)
‘Gazeteciliği bana dayım öğretti...’
HÜRRİYET muhabiri İpek Yezdani, Oktay Ekinci’nin yeğeni idi.
“Dayını yazar mısın?” dedik, o da “Hayatımın en zor yazısı” diyerek şunları söyleyebildi.
“Bana gazeteciliği ilk dayım öğretti. Cumhuriyet’te yazdığı yazıları ile savunduğu değerlerle gazeteciliğin, ‘kamu yararına yapılan bir meslek’ olduğunu ilk o gösterdi. Ama hayatımın bu en zor yazısında ilk kez ne yazacağımı bilmiyorum.
Aslında Oktay Ekinci yaşasaydı kâğıt-kalemi eline alır, bu yazıyı bizzat kendisi yazardı. Çünkü onun hayatı, işine, topluma, yaşadığı şehre çevreye ve bu ülkeye adanmış bir hayattı.
Hayatı boyunca iyinin, doğrunun, güzelin kentsel, tarihsel ve mimari değerlerin ve çevrenin korunması için mücadele verdi. Uygarlık tarihine olan inancı ve saygısını yaşam biçimi haline dönüştürdü. Tüm tehditlere, telefon dinlemelere ve hatta kendisini yatağa düşüren hastalığına karşı bile mücadelesinden hiç vazgeçmedi.
PİYANO ÇALARDI
Hasta yatağında bile gazeteye yazı yetiştirme derdinde idi.
Oktay Ekinci, ailemizin ‘bilge kişisi’ydi. Ailece bir araya geldiğimiz sofralarda siyaset, hukuk, çevre, ne konuşulursa konuşulsun, önce bizi dinler, sonra mizah dolu bir uslüpla son sözü hep o sözlerdi.
Yemeyi içmeyi, şakalaşmayı, piyano çalmayı, karikatür çizmeyi, memleketi Kars’ı, Azeri şarkılarını, Beatles’ı, insanları, hayvanları ve İstanbul’u çok severdi.
Evet ailemizin sempatik bilgesini, devrilmez çınarını kaybettik. Ama Türkiye de hayatını bu ülkeye ve topluma adamış bir insanı, bir mimarı, bir yazarı, bir aydını kaybetti.”
Paylaş