Paylaş
Başbakan adayım-değilim, aday olabilirim-olmayabilirim gibi sözlerle bir yandan ortamı geriyor, diğer yandan kamuoyunu Cumhurbaşkanlığı'na hazırlamaya çalışıyor.
Anamuhalefet lideri Baykal ise 'Erdoğan Çankaya'ya çıkamaz, laik Cumhuriyet'i içine sindiremeyen bir kişi cumhurbaşkanı olamaz. Hakkında bu kadar yolsuzluk dosyası olan kişi cumhurbaşkanı olmamalı' savlarıyla Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığına karşı çıkıyor.
Kısaca Tayyip Bey'in cumhurbaşkanı adaylığı, ciddi bir siyasi kriz yarattı ve Türkiye'nin en önemli gündem maddesi haline geldi.
Tayyip Bey, 3 Kasım 2002 seçimleri sonucunda milletvekili seçilemedi, milletvekili adayı değildi.
Baykal, Tayyip Bey'in milletvekili olabilmesi için Siirt seçimlerinin iptalini sadece seyretti, sesini bile çıkarmadı. Tayyip Bey'i milletvekili ve Başbakan yapabilmek için Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası'nı değiştirdi.
Karşı çıkanlara CHP Grubu'nda, "Tayyip'i Başbakan yapacağım, var mı itirazı olan?" diye meydan okudu. Dediğini yaptı ve Tayyip Bey'i önce milletvekili, sonra da Başbakan yaptı.
Tayyip Bey milletvekili seçilmeseydi, Başbakan olmasaydı, cumhurbaşkanı adayı olabilir miydi?
Birkaç kilometre uzağı göremeyen siyasetçi Baykal, bugünkü krizin baş mimarı değil mi?
Tayyip Bey milletvekili olabilir, Başbakan olabilir ama cumhurbaşkanı asla!
Bu kadar sığ, bu kadar ilkesiz siyaset...
Mehmet BÖLÜK
Oldubitti cumhurbaşkanı
BUGÜNLERDE bir Fransız vatandaşı olmayı tercih ederdim. Bir Fransız vatandaşı, aylardır cumhurbaşkanı adaylarının kim olduğunu biliyor.
Adaylarının vizyonlarını, yapacaklarını televizyonlarda tartışıyor. Açık oturumlar yapılıyor.
Bizdeyse daha kim cumhurbaşkanı adayı olacak belli değil. Bir muamma var!
Sadece spor-toto oynanıyor, "kim cumhurbaşkanı adayı olacak" diye. Anketlerle vatandaş oyalandırılıyor. Günü gelince aday çıkacak, hemen ertesinde Meclis'te onaylanacak. Sanki vatandaştan bir şey kaçırılmış gibi... Vatandaşın öfkesinden korkulurmuş gibi bir durum var. Galiba vatandaşın istemediği biri aday olacak. Yoksa vatandaşın sevdiği biri olsa, neden şimdiye kadar adaylığını saklasın.
Elbet demokrasi kuralı gereği bizde cumhurbaşkanını (istemesek bile) Meclis seçecek. Fakat olası cumhurbaşkanı adayı gene de demokrasi olgunluğu ortaya koyup sadece Meclis'ten değil, halktan da destek almalıydı. (Aynı Fransa'daki gibi olası aday önceden belli olup tartışılmalıydı.)
Nitekim bir vatandaş açısından bu bir "oldubitti cumhurbaşkanı" olacak. Bilmem yanlış mı düşünüyorum?
Semih KANA
Diyarbakır'ın beyefendisi
GAZETECİ Ziya Aksoy, Cahit Sıtkı Tarancı'ların, Veysel Öngören'lerin yaşadığı Diyarbakır'ın beyefendisiydi. Neşeli, esprili ve en önemlisi de fıkra anlatmayı çok seven bir ağabeyimizdi.
Her duruma uygun mutlaka bir fıkrası vardı. Onu önceki akşam kaybettik. Cenazesi dün Diyarbakır'da toprağa verildi.
Aksoy, Pirinçlik'teki Amerikan üssünde tercümanlık yapardı. Daha sonra Akşam'da gazetecilik yaptı ve Mehmet Mercan'dan sonra uzun yıllar Cumhuriyet'in Diyarbakır ve Ankara bürolarında çalıştı.
Duayen bir gazeteci olarak renkli bir isimdi; herkesin sevgisini kazanmıştı. Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti'nin kurucu başkanıydı.
Celal Başlangıç, "Onunla çalışırken akşam yorgunu, cemiyette bir kadeh içerken yaptığımız sohbetleri unutamam. Belki hayatımda en çok fıkrayı Aksoy'dan dinlemişimdir" diyor.
Cemiyet başkanlığını kendisinden devralan Naci Sapan, Aksoy'u şöyle anlatıyor:
"En çok kızdığı şey, fıkra anlatırken dinlenmemesiydi. Dinlemeyeni de hemen anlardı. Bu konuda en çok takıldığı kişi de çok sevdiği Milliyet’in eski temsilcisi Ertuğrul Pirinççioğlu’ydu. Ziya Abi’nin fıkralarını 30 yıl boyunca dinlediğimiz için çoğu üçüncü, dördüncü baskı olurdu. Ertuğrul Abi'nin dinlemediğini anladığı an keser ve 'Ertuğrul buraya kadar ne söyledim, anlat bakalım' diye çıkışırdı. Ertuğrul Abi ise 'Abi zaten anlattıklarını biliyorum, kaçıncı kez dinliyorum. Dinlemeyene anlat' dediğinde o an kıyamet kopardı. 'Fıkrayı piç ettin' der, bu kez dinleyenler için fıkralarına devam ederdi."
Onun sevgisinden, saygısından ve de fıkralarından mahrum kaldık. Rahmetle anıyoruz.
'Ulusal Yenilenme İttifakı'
FRANSA'da cumhurbaşkanlığı seçiminin 1. turu 22 Nisan'da, 2. turu da 6 Mayıs'ta yapılacak... Adaylar aylar önce ortaya çıktı. Merkez sağ ve iktidar partisi UMP'nin lideri Nicolas Sarkozy ile Sosyalist Parti'nin adayı Segolene Royal... Son anda yıldızı parlayan bir başka aday da Demokratik Birlik (UDF) Başkanı François Bayrou... Belki 2. turda Sarkozy ile karşı karşıya kalacak. Fransa'da uzun yıllar yaşayan 'Vatan'dan Mine G. Kırıkkanat, Bayrou için "Partisinin küçük kalması, büyük ölçüde 'siyasal namus'undan taviz vermemesinden kaynaklanıyor. Ve halen yükselişini, Fransa'ya sağ ve sol saptantılarından arınmış, her partiden ve görüşten iyi niyetli kişilerle kuracağı, bir anlamda 'Ulusal Yenilenme İttifakı' vaadine borçlu" diyor.
Sağ ve soldaki siyasetçiler artık Türkiye'de 'terör' ve 'şeriat'tan daha önemli bir tehlikenin farkındalar mı? Yolsuzluk, rantçılık ve hukuksuzluk... Bizce artık bu 'sektör' birinci tehdit olmalı.
Bir birliktelik, bir ittifak konusunda hiçbir lider burnundan 'kıl' aldırmıyor.
Seçimlerden sonra pişmanlık fayda sağlamayacaktır.
Valinin şehitler için söyleyecek sözü yok mu
YER, Diyarbakır... Hani bir zamanlar "AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” diyen eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın bahsettiği kent... Yine ne acıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut başbakanı RTE’nin “Diyarbakır’ı Ortadoğu’nun yıldız kenti yapacağım” (nedense Türkiye Cumhuriyeti’nin değil) dediği kent... Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bile kontrol edemediği 500'ü aşkın etnik ve dinsel bölücü derneğin (yabancı istihbarat ajanlarının deyimiyle 'Sivil' Toplum Kuruluşlarının) harmanlandığı bir kent... Belediye Başkanının “Batman petrolleri bize bağlanmalıdır” dediği kent... Üniversitesinin
'kampa' dönüştüğü bildirilen kent... Açık ve gizli ajanların hiç uyumadan gece gündüz bir yerden bir yere taşımaya çalıştığı bir kent...
İşte bu kentte, ülkemizin bütün kentlerinde olduğu gibi, 18 Mart Çanakkale Şehitlerini Anma Günü yapılıyor... Kültür Sarayı, şehit (her ne kadar RTE Şehitler için “kelle” dese de) yakınlarıyla ve halkla tıklım tıklım dolu... Önce Çanakkale Zaferiyle ilgili bir film izlettiriliyor. Arkasından Şehit Aileleri Derneği’nin Başkanı içinde Atatürk’ün adının bir kez bile anılmadığı bir konuşma yapıyor. Salonda Sayın Vali Efkan Âlâ (Sakın 'Ala” demeyin çok kızıyor) başta olmak üzere bütün protokol yerli yerinde... Sıra günün anlamına ilişkin Vali Âlâ’nın öğrencilere çeşitli hediyeler sunmasına geliyor. İçtenliksiz ve soğuk bir şekilde görevini yerine getiriyor ve kendine ayrılmış koltuğa oturuyor.
İşte ne güzel ne var bunda diyebilirsiniz? Belki de haklısınız! Ancak Diyarbakır yukarıda da anlatıldığı gibi sıradan bir kent mi? Diyarbakır Valisi olacak kişinin mikrofonu eline alıp böyle bir günde kimisi Çanakkale Boğazı'nın soğuk sularına gömülen, kimisinin ise emperyal güçlerin gemilerinden atılan toplarla gençecik bedenleri havaya savrulan bu destansı kahraman şehitlerimiz için söyleyecek bir sözü yok mu? Kurtuluş Savaşı’nın Anafartalar’da önsözünü yazan Albay Mustafa Kemal için söyleyecek bir sözü yok mu? Gâzi Mustafa Kemal Atatürk için, Türk Aydınlanma Devrimi için; günümüzde küresel güçler tarafından kuşatılan ve boğulmak istenen Türkiye Cumhuriyeti için söyleyecek bir sözü olamaz mıydı Diyarbakır Valisi Sayın Efkan Âlâ’nın?..
Yazıklar olsun!.. Bin kere yazıklar olsun!..
Dr. Rıza GÜL-ADD Diyarbakır Şube Başkanı
(ADD Başkanı Gül, Başbakan Erdoğan'ın 2000 yılında bir radyo programında yaptığı konuşmada"Terör örgütünün propagandasını yaptığı' iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Savcılığına gönderilmek üzere Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulundu.)
İstanbul sahipsiz köy müdür?
İSTANBUL, İstanbul olalı böyle yağmalama görmemiştir.
İstanbul, Türkiye'nin aynası...
Bu aynada AKP iktidarının ve AKP'li yerel yönetimin bir şehri ne hale getirdiğini nasıl yağmalayıp, yağmaladiklarını hayretler ve üzüntü içinde seyrediyorum.
İstanbul'un ciğerlerini söküyorlar, parça parça satıyorlar.
Bu özelleştirme adı altında talan yağma değil ise nedir?
AKP iktidarı seçim ortamından yararlanıp kolay ve çabuk para getirecek yerleri neden acele satışa
çıkardı.
Önce 100 milyon dolara ihalesiz satacaklardı, tepki gelince ihale açtılar ve Dubaililere 7 misli fiyatına 705 milyon dolara sattılar.
Eğer tepki olmasa İETT alanı Dubaililere bir bakıma hediye edilmiş olacaktı.
AKP'li Belediye Baskanı Topbaş satış içinden çok memnun.
Kendi malı olsa bu şekilde satar mıydı? Bunlar İstanbul'u sahipsiz köy buldular, istedikleri gibi at koşturuyorlar.
Belediye Başkanı Topbaş, protokolü imzaladığı kalemi özel olarak saklayacağını, söylüyor.
Saklasın, saklasın!
O kalem birgün gelir gelecek kuşaklara ibret olarak gösterilir.
Sn. Topbaş o kalemi kırsa daha anlamlı olmaz mıydı? Yeşil alanların betonlaşmasına imza atan kalem sonuçta İstanbul'un ve İstanbulluların katline imza atmış olmuyor mu?
Dilerim bu satış yargıdan döner!
Seda TÜRKÖZ
Paylaş