Paylaş
Buna 'şark kurnazlığı' da denilebilir.
Tüm televizyon ve gazetelerde KKTC’nin egemenliğinin ayaklar altına alındığı ya da imajının sarsıldığı haberlerini görüyoruz.
KKTC'de, yerel siyaset ile alakası olmayan, gelişmeleri 'objektif' değerlendiren bazı kişilerle konuştuk. Bunlar Kıbrıs'ta neler döndüğünü çok iyi biliyorlar ve bir başka gerçeğe parmak basıyorlar.
Bunları satır başlarıyla gündeme aktaralım:
- KOMÜNİST kökenli Cumhuriyetçi Türk Parti'nin (CTP) genel başkanlığından Cumhurbaşkanlığı’na oturan Mehmet Ali Talat'ın askerle ilk çatışması bu değil... Kısa bir geçmişe bakarsanız resmin bütününü görürsünüz. Talat iktidara gelir gelmez sistematik bir şekilde askere saldırı stratejisi uyguluyor.
'ASKER İMAJIMIZI BOZUYOR'
Birkaç örnek bunu açıklamak yeterlidir:
- TALAT bir önceki ramazan bayramında, 1974’ten bu yana uygulanan Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı ile ortak yapılan dini bayram kutlamalarını kaldırdı. Türk askerini yanından uzaklaştırdı. Kurban ve ramazan bayramlarında asker ayrı, Talat ayrı bayramlaşma düzenliyor. Talat'ın gerekçesi şu oldu: “Asker imajımızı bozuyor. KKTC asker vesayetinde görünüyor.”
- TALAT, KKTC’de güvenlik kuvvetlerinin komutanının neden 'Kıbrıslı' olmadığını, Türkiye’den atandığını sorguladı. İktidara yakın KKTC medyasının yoğun 'Türk askeri bize güvenmiyor' kampanyası sonrasında TSK rütbesine oranla yöneteceği güvenlik kuvveti olmamasına rağmen Kıbrıslı Türk'ü generalliğe terfi ettirmek zorunda kaldı.
YAPAY KRİZ
- GEÇEN yıl KKTC'nin Cumhuriyet Bayramı sayılan kuruluş yıldönümü 15 Kasım’da, Talat, protokolde Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile otururken, yapay bir kriz çıkardı. Talat, Güvenlik Kuvvetlerine mensup bir albayın konuşma yapmasını 'Programda yok, neden benim haberim yok' diye alkışlamadı. Aslında medya bu konunun üzerine gitmedi ancak Cumhurbaşkanlığı 'kriz' haberleri sızdırdı. Asker, albayın tören hazırlıklarında 4 defa prova yaptığını ve her defasında Cumhurbaşkanlığı'ndan yetkililerin provalarda hazır bulunduğunu, listenin de her defasında Talat'a gittiğini açıkladı. Ancak askerin açıklaması, kriz haberleri arasında görülmedi. Yine KKTC Cumhurbaşkanlığı'na ve iktidarı CTP’ye yakın yayın organları 'Her yıl askeri tören yapılmasın, askeri geçitler olmasın, trafik sıkışıyor, asker imajımızı bozuyor' diye eleştiri bombardımanı yaptı.
KKTC MEDYASI
- RUM gazeteciler askeri yasak bölgelere ve özellikle Maraş'a kasıtlı bir şekilde girerek çekim yapmaya başladılar. Burada da asker doğal olarak görüntü çekmenin yasak olduğu birinci dereceden askeri bölgeye giren gazetecileri gözaltına almaya başladı. KKTC medyası, iç politikada bu unsuru çok kullandı. Askeri yasak bölgelerin fazlalığından şikayet etti. Rumların askeri yasak bölgelerini çekmeye kimse gitmedi. Oysa dünyanın her ülkesinde olduğu gibi, hatta BM'nin kontrolündeki bölgede bile görüntü çekmek izne tabi olduğu unutuldu, sadece Türk askeri uyguluyor havası doğdu. Askeri yasak bölgelerin daraltılması istendi.
KENDİ YAPTI KENDİ YIKTIRDI
- SON olarak 'Lokmacı Köprüsü' barikatında da asker 'kurban' gitti. BM ile ortaklaşa yapılan anlaşma sonucu TSK, Talat’a şimdi kriz çıkan yerde güvenlik brifingi verdi. Önceki yıl askeri yetkililer ile Talat anlaşmaya vardı ve altından Türk askerinin ikmalini sağlayabilecek şekilde bir üst geçit inşa edildi. Adına da Talat tarafından 'Barış Köprüsü' dendi.
Rum lider Tasos Papadopulos, köprünün kaldırılmasını istedi. Aradan bir yıl geçti ve kapı açılmadı. Bunun üzerine Talat aniden bu yılbaşında köprünün yıkılması emrini verdi. Aslında kendisi yaptırmıştı köprüyü... Bu emri verirken, askeri yetkililer, bölgenin bu haliyle açılması halinde güvenliğin ve yasadışı geçişlerin ya da kaçakçılığın önlenemeyeceği uyarısında bulundu. Ayrıca, Rum liderin talebi üzerine böyle bir hareketin siyasi duruş olarak geri adım olacağı vurgulandı ve Rumların duvarlarını yıkması halinde köprünün de kaldırılması gerektiğini bildirdi. Kısaca Talat'ın emrine karşı çıkmadı ancak çekincelerini dile getirdi. Cumhurbaşkanlığı'na yakın kaynaklar yine Cumhurbaşkanlığı'na yakın 'Kıbrıs' gazetesinin bir yazarına 'Talat istifa etmeyi planlıyor’ haberini sızdırdı. Ve bir anda olmayan kriz ortaya çıktı. Talat, Ankara’ya giderek yine Genelkurmay ve Dışişleri'nde temaslarda bulundu. Bu arada, KKTC içinde, 'KKTC’nin haysiyetinin ayaklar altına alınmasından tutun, bağımsızlığa varıncaya kadar Türk askerinin Talat’ı rencide ettiği' haberleri yapılmaya başladı. Aslında asker sadece güvenlik uyarılarını yapmıştı.
PAROLA; 'DEMOKRATİKLEŞME'
- SONUNDA KKTC'nin bağımsızlığına ve Talat’ın prestijine zarar vermemek için Talat'a ile aynı görüşte olunduğu ilan edildi. Ancak burada Talat iki şey kazandı; bunlardan biri kendi kamuoyuna 'Asker ile krize girdim ve kazandım', diğeri ise 'KKTC’de askerin varlığı azaltılmadan demokratikleşme olmaz' mesajlarıydı. Zaten tüm bu saydığımız gelişmeler hep 'daha fazla demokratikleşme, asker vesayeti istemiyoruz' sloganlarıyla süslendi...
İNŞAAT PATLADI AMA...
Bir de hassas nokta var... KKTC’de son 4 yılda bir inşaat patlaması yaşandı. Eskiden yerleşim birimlerinden uzak olan askeri tesisler, artık villaların arasında kalır oldu. KKTC'de 40 bin Türk askeri bulunuyor. Ada ise çok küçük... Yani villa ve arsa satılması üzerine kurulu ekonomide, dokunulmamış en güzel yerler askerin kontrolündeki yerler kaldı. Arazi satın almada, İngilizler ve İsrailliler başı çekiyor.
(Başbakan Erdoğan'ın, KKTC'de milli geliri 4 bin dolardan 11 bin dolara çıkardık demesinin altında bu imar rantı yatmaktadır. KKTC'de hangi fabrika kurulmuş, hangi üretim yapılmış, turist sayısı ne kadar artmış, bunların cevabı yoktur.)
YASAK BÖLGELERE TAHSİS
2003’teki Annan Planı referandumu öncesinde KKTC’deki inşaatçılar, anlaşmanın geçeceği varsayımıyla iktidara, Türk askerinin çekilmesi sonucu ortaya çıkacak arazi rantının nasıl paylaşılacağı konusunda bile pazarlık yapıyordu. İnşaat firmaları burada iktidarın da en büyük para kaynağı... Bu nedenle müteahhitler ne isterlerse yaptırabiliyorlar. Annan Planı geçmedi, asker yerinde kaldı ve paylaşılacak turizm arazisi de olmadı. Zaten askeri 'yasak bölgelerin' azaltılması taleplerinin altında, 'demokratikleşme' değil, Amerikan doları ve İngiliz sterlini yatıyor.
Bu yazılanlar 'muhalif' bir bakış olarak değerlendirilebilir ama ne yazık ki durum budur. Bu arada AKP'nin rolünü de unutmayın.
MİT Müsteşarı'na ski bir CIA elemanından mesaj var
MİT Müsteşarı Emre Taner’in teşkilatının 80. yıldönümü nedeniyle yayınladığı bildiri kamuoyunun -ve de medyanın- ilgisini çekti. Hele 'Bekle gör-tavır al' politikası yerine daha yüksek bir strateji uygulanması ve ilgili konularda belirleyici rol oynanması herkesi 'istihbarat uzmanı' yaptı.
Peki Türkiye istihbarat alanında hep 'bekle gör ve tavır al' taktiğini mi uyguladı?
Hemen 'evet' diye vermemek gerekiyor.
Biraz gerileri gitmek gerekiyor.
11 Eylül 2001’den bu yana kaynayan kazan Ortadoğu'dan önce bir çok gelişmenin yaşandığı yer neresiydi?
Kafkaslar...
Peki Türkiye, Kafkaslardaki gelişmelere seyirci mi kaldı; hayır...
Kafkas stratejisini eline yüzüne mi bulaştırdı mı; evet...
Peki bu gelişmelerin içinde MİT var mıydı; evet...
Bunun açık ifadesini eski bir CIA elemanı olan Robert Bear'ın Doğan Kitap’tan çıkan orijinal adı See No Evil olan 'Görmedim, Duymadım, Bilmiyorum-Bir CIA Ajanının Anıları' adlı kitapta bulabilirsiniz.
TAMRAZ-ÖZER DİLLER
Kitapta, DYP'li eski Başbakan Çiller’in eşi Özer Çiller'in, Roger Tamraz ile ilişkileri, Ömer Lütfü Topal ile karapara aklama operasyonları ve
Aliyev'e darbe olayı anlatılıyor. Aliyev'e darbeye yardım ettiği gerekçesiyle iki istihbarat görevlisinin de işkence gördüğünden de söz ediliyor. (Sayfa 221)
Yabancılar kaleme aldığında Özbekistan, Türkmenistan gibi ülkelerde de neler yapıldığını, oralarda açılan okulların faaliyetleri konusunda da gerçeği öğrenebiliriz.
Bunlarla amaç Taner'i eleştirmek değil.
KAMUOYUNU İKNA
Eğer bir istihbarat kuruluşu bu tür bir strateji izleyecekse, bunu basın bülteni ile ilan etmesine gerek yoktur.
Önceki gün hükümet sözcüsü Cemil Çiçek de Taner'in sözlerini ilk kez duymadığını ve olumlu bulduğunu söyledi.
O zaman bu açıklamalar iç kamuoyunu belli bir görüşe götürmek için yapılan manipülasyonlar mı diye düşünmeden edilemez.
Tartışma yaratacak konulardan birisi Ordu ile ilgili... ABD’nin yapacağı bir harekatta hükümetin ve MİT desteğinin olacağı açık. MİT Başkanı Taner, açıklamasının aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetleri'ni yalnız bırakma olarak da yorumlanabileceğini düşünmeli...
Çünkü TSK'nın genel görüşü, savunma ağırlıklı; Türk askerinin kanını bir manevraya kurban etmek istemiyor. 1 Mart tezkeresi nedeniyle kendisini ABD'ye borçlu hissedenlerin oyununa gelmemek gerekir.
Taner'in açıklamasını, "ABD, Ortadoğu’da yeni bir adım attığında yanında olalım. Mesela İran’a saldırırsa yanında olalım" diye mi yorumlayalım?
MİT'i, CIA'ye benzetmek istiyorsa o biraz zor... Teknik olarak, bütçe olarak, yaygınlık olarak zor...
Dünyanın en ünlü ve en büyük istihbarata kuruluşu olan CIA’nın tarihi aynı zamanda başarırsızlıklarla dolu değil midir?
Irak’a saldırı için nükleer silah bahanesini yaratan, 11 Eylül saldırısını önleyemeyen onlar değil mi?
Paylaş