Paylaş
Kendisini bize “Türkiye’nin en duayen arkeoloğuyum” diye tanıttı. Yaşı 78’i bulmuş, uzun bir biyografisi yer alıyor kitaplarda.
Kırklareli Merkez Aşağıpınar bölgesinde bulunan kalıntılar üzerine İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden profesör Özdoğan bölgedeki kazılarına 1991 yılında başlamış. Trakya’yı 8 yıl taramış. Kırklareli’nin Ahmetçe köyünde kendisine Köy İhtiyar Heyeti tarafından tahsis edilen eski bir okulu adeta ‘araştırma enstitüsü’ne çevirmiş. Laboratuvar, temizleme, arşivleme ve dokümantasyon bölümlerini kurmuş. Biz gittiğimiz zaman yabancı öğrenciler de vardı. Hiçbir kalıntı atılmıyor, değerli olanlar kayıt altına alınıyor ve birleştiriliyor.
28 yıl süren kazıda MÖ 5.600’lü yıllara ait evler ve kalıntılar, Anadolu’da başlayan tarımın ilk olarak Avrupa kıtasına Kırklareli ve çevresi üzerinden yayılmaya başladığını ortaya koyuyor.
Neolitik dönem üzerine öncü çalışmalarıyla ismi daha çok öne çıkan Özdoğan, ‘Marmara bölgesi tarih öncesi dönem üzerine yaptığı çalışmaları’ndan dolayı Vehbi Koç Vakfı’nın 100 bin dolarlık ödülün sahibi oluyor. Daha sonra emekli ikramiyesi, emekli maaşı ve diğer kurumların gönüllü destekleriyle araştırmaların parasal kaynağını oluşturmuş.
KAZI İLGİ BEKLİYOR
Arkeolog çevrelerinde bazı isimlerin söylediği gibi antropoloji tarihi açısından neredeyse Göbeklitepe kadar önemli olan bu kazıya yöre halkının ilgisi maalesef eksik kalmış. Belediyeden, valilikten ve diğer kurumlardan alınan küçük destekler haricinde Mehmet Hoca kazıyı güçlükle tamamladı ve bu yıl bitirdi.
Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, 220 yayın, 130 konferans, 130 kongre ve 80’nin üzerinde kazı çalışmasına imza atan bir bilim insanı olarak anılıyor.
Kırklareli’ne gidin, üzüm bağlarını gezin, ünlü köftelerini yiyin, hardaliye için, sonra da Kırklareli Belediye Başkanı Mehmet Siyam Kesimoğlu’nun yeni yaptırdığı ve Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin benzeri olan ‘Atatürk Evi’ni ziyaret edin. Çorlu Belediyesi de aynı modeli yapıyor. Prof. Özdoğan’ın arkeoloji politikaları ve kültür varlıkları üzerinde neler yaptıklarını anlamak için alanı da gezin ve valiliğin eski Türk Ocağı binasının nasıl ‘Kültür ve Sanat Evi’ne dönüştürdüğünü ve Atatürk’ün ‘Batıya ilk uygarlığı götüren Türklerdir’ yazısını okuyun...
MESAJ PANOSU
- ODTÜ 3. yolun mahkemece yürütmeyi durdurma kararına itiraz eden ve itirazı mahkemece red edilen Mansur Yavaş’ın ODTÜ 2. yol, yani tünel yola da karşı çıkamayacağı sinyalini vermesi bir çelişkidir. T.Ç.
- AVRUPA’da futbolcuların geleceğine, Türkiye’de ise geçmişine para ödeniyor. Ülkem futbolu gelişir mi! İ.E.
SU DERNEĞİ DİYOR Kİ: ‘SULARIMIZIN % 30’U ŞEBEKEDE KAYBOLUYOR’
2014 yılında yayınlanan yönetmelikle büyükşehir ve il belediyelerine, içme suyu şebeke kayıplarını en fazla yüzde 30 düzeyinde olacak şekilde indirmeleri için verilen süre 2019’da doldu. Sadece 20 il ve büyükşehir belediyesi su kayıp oranını yüzde 30’un altına indirebildi.
Yerel yönetimlerin büyük bölümü bu yönetmeliğin gereğini yerine getir(e)meyince 1 Ağustos 2019 tarihinde yeni bir yönetmelik yayınlandı.
Yeni yönetmeliğe göre büyükşehir ve illerin yerel yönetimlerine verilen süre 4 yıl uzatıldı. Diğer belediyelere verilen süre ise 2014 yılından itibaren 9 yıl (2023) değişmedi. Ancak indirilmesi beklenen su kaybı oranı yüzde 30’dan yüzde 35’e çıkarıldı. Bu belediyelerin su kaybını yüzde 25’e düşürmeleri için daha önce verilen 2028 tarihi ise 5 yıl uzatılıp 2033 olarak belirlendi.
Su Politikaları Derneği Başkanı Dursun Yıldız bu durumu şöyle değerlendiriyor:
“Gelişmiş ülkelerde su kayıp kaçak oranı ortalama yüzde 15 iken Türkiye’de bu oran ortalama yüzde 36 olarak veriliyor. Ancak zaman zaman resmi ağızlardan bu oranın yüzde 50 civarında olduğunu da duyduk. Halihazırda sadece 20 belediye su kayıp oranını yüzde 30’un altına indirebilmiş durumda. Kentlerimiz iklim değişimi, hızlı göç, kuraklık tehditleri altında iken yerel yönetimlerimizin bu konuda isteksiz davranmalarını anlamak güç. Bu konudaki ilerleme yavaş. Bu nedenle yerel yönetimlere verilen süre uzatıldı. Sularımız şebekelerde kaybolmaya devam ediyor. Bunun doğal sonucu olarak da ekonomik kayıplar ortaya çıkıyor. İlave su talebi yeni projeler yapılarak karşılanmaya çalışılıyor. Kentsel su hizmetleri yönetimlerinin önceliği mevcut suyu daha verimli kullanmak olmalı. Bunun için iki yıl üst üste bir kurak dönem daha yaşamamız mı gerekiyor? Bu durumda da Kızılırmak projesi gibi sonradan boşa çıkan büyük maliyetli acil su temini projeleri ortaya çıkıyor. Ankara’da kayıp kaçak oranı hâlâ yüzde 38, bu da bir doğal ve ekonomik kaynak israfı değil mi? Hem de kentlerimizi kuraklığa ve sellere karşı hazırlamak zorunda olduğumuz bu dönemde...”
Paylaş