Paylaş
Ekrem İmamoğlu nedense kürsüde yoktu. Bu haziran seçimlerinden sonra ilk kez oluyor. Başta İmamoğlu, her ay iki gün toplanan meclisi kendisi yönetiyordu, daha sonra sadece meclisin ilk açılış günü olan pazartesi günleri kürsüye çıkmaya başladı. Ancak dokuz ay sonra ilk defa dün meclisi yönetmedi.
İmamoğlu’nun, yakın arkadaşlarına bundan sonra ‘tartışmalardan uzak durmak’ amacıyla meclisi yönetmeyeceğini söylediği öğrenildi.
Dolayısıyla, AKP üstünlüğündeki meclis iradesinden sonra kürsü üstünlüğü de CHP’den gitmiş oldu. Divan kâtipleri dahil bir tek CHP’li üye de kalmadı İBB divanında... Bu durum CHP grubunda büyük rahatsızlık yarattı ve ilginç bir yorum yapıldı:
Bugün (dün) CHP’li bazı meclis üyeleri, TBMM’deki tartışmaların benzerinin İBB Meclisi’nde de olacağını bekliyordu. İmamoğlu, Genel Başkan ve CHP’yi savunması gerekecek birkaç söz etmek zorunda kalacaktı. Nitekim beklenenler oldu. Esenler Belediye Başkanı ve AKP Grup Başkanvekili Tevfik Göksu bu konuyu gündeme getirerek, uzun konuşmasında, “CHP TBMM Grup Başkanvekili Engin Özkoç’un Cumhurbaşkanı’na söylediği, tam da kendisini tarif ettiği kelimeleri bu meclisten kendisine iade ediyorum, seviyesiz adam” dedi. CHP İBB Grup Başkanvekili Doğan Subaşı ise karşıt konuşmasında “Genel başkanınız kızınca ağzına geleni söylüyor, Engin Özkoç da kendisine bu sözleri iade etti” dedi sadece... Meclisten bizi arayan bir partili, “Oldu mu ya!” diye sorduktan sonra, “Başkanının kürsüyü ‘terk’i CHP’ye yakışmadı. Böyle bir çıkışı bekliyordu ki kürsüye çıkmadı. CHP Grup Başkanvekili’ne yapılan hakaretin cevabı bu mu olmaydı? Parti, genel merkez ve Kılıçdaroğlu savunulamadı. Şimdi İmamoğlu’nun neden ‘kürsü’den uzak durduğunu anladınız mı? İmamoğlu kürsüde olsaydı, CHP’nin eli bu kadar zayıf kalmayacaktı” diye konuştu.
İMAMOĞLU’NA VAKIF YARDIMLARI SORUSU
İMAMOĞLU, seçildiğinde AKP’ye yakın vakıf ve derneklere verilen yardımı ‘inanılmaz’ rakamlar olarak belirtmesi kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştı. Aralarında Ensar Vakfı, TÜRGEV, Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı, Hoca Ahmet Yesevi Vakfı, İlim Yayma Vakfı, TÜGVA gibi çok sayıda vakıf ve derneklere aktarılan kaynağın 357 milyon olduğunu açıklayarak ilgili protokollerin feshedildiğini duyurmuştu.
CHP İBB Meclis grubu, bu yardımların kesilmesi için davalar açmıştı. Ne yazık ki CHP bu davalardan çoğunu kazanamadı. Bazı davalar da hâlâ sürüyor.
İmamoğlu, 7 Mart Cumartesi günü Yeniçağ gazetesi sahibi, çalışanları ve yazarlarla yemek yedi. Yemekte, gazete sahibi ve milletvekili Ahmet Çelik, icra kurulu başkanı Ahmet Yabuloğlu, genel yayın müdürü Hayri Köklü ve yazarlar katıldı.
ACIBADEMLİLER İSYANDA
Geçen hafta önce tutuklanıp, sonra ‘denetimli serbestlikten’ yararlanarak serbest bırakılan ve savcılığın itirazı üzerine tekrar tutuklanan yazar Murat Ağırel, İmamoğlu’na “Acıbadem’deki Üsküdar Belediyesi mülkiyetindeki TİBAŞ Parkı’nın, Mahmut Hüdai Vakfı’na yurt yapılarak 49 yıllığına tahsis edilmesi” konusunda ne düşündüğünü soruyor.İmamoğlu da “Vakıf faydalı hizmetler yaptığını bildiğim bir vakıf, burada yapılanların her adımından haberdarım” diyor.
Esasında bu yer kültürel tesis alanı, yani kamuya ait bir yer. Ancak, bazı meclis üyeleri ve semt sakinleri buna karşı çıkarak özetle, “Bu yardım yapılırsa AKP’li bazı meclis üyeleri ile aynı çizgiye gelinmiyor mu? Biz bu yerin vakfa peşkeş çekildiğini düşünüyoruz” diye İmamoğlu’na tepki gösteriyorlar.
ARŞİVLER YALAN SÖYLEMEZ: ‘VİCDAN HUZURUYLA YAŞAMAK’
ESKİ defterleri açmayız, sevmeyiz... Ama komşumuz Yunanistan’ın mültecilere yaptıklarını görünce ister istemez aklımız 1990’ların başına gitti. 1991’de Saddam’ın saldırısından kaçan Iraklı Kürtler, Türkiye’ye sığınıyordu. Irak sınırımıza kamplar kurulmuştu. İşte o zamanlar Almanya Çalışma Bakanı olan Norbert Blüm, bir koloni müfettişi edasıyla gelip bu kampları ziyaret etmişti.
Alman bakan 1997’de Frankfurt Kitap Fuarı Barış Ödülü’nün Yaşar Kemal’e verilmesi nedeniyle ‘Welt am Sonntag’ isimli gazeteye yazdığı yazıda “Bana kimse bunun bu kadar vahim olmadığını anlatmasın. Ben, 1991 yılında Türkiye-Irak sınırındaki Işıkveren köyünde her şeyi kendi gözlerimle gördüm” diyor ve ekliyordu:
“Dağın buz kesen tepelerinde 300 bin Kürt mülteci, dört ayrı kampta tutulmuşlardı. Ne su ne de yakıp ısınmak için bir parça odunları vardı. Çocukların inlemesini duydum.”
Bakan, kampın çevresindeki Türk askerlerini de ‘cehennem bekçileri’ne benzetiyordu. (Milliyet 19 Mayıs 1997)
Dostumuz Ali Sirmen de 21 Mayıs 1997’de köşesinde şöyle yazıyordu:
“Şu anda Norbert Blüm’ün bakanı olduğu ve o zaman da işbaşında bulunan bugünkü iktidarın Almanya’sı, Türkiye’ninki ile kıyaslanmayacak ekonomik olanaklarına karşın acaba bu göçmenlerin ne kadarını kendi ülkelerine kabul edecekti? Acaba bunların kaçı için kurt köpekleriyle korunan Alman sınırları açılacaktı? Tarih onu öylesine ağır ve zalim bir soykırımın mirasçısı yapmış ki, sağlıklı düşünebilmesi veya vicdan huzuruyla yaşayabilmesi mümkün değil.”
Almanya’daki dostlarımdan öğrendiğime göre, muhafazakâr Hıristiyan Demokrat Birliği’nde (Angela Merkel’in lideri olduğu parti) uzun yıllar vekillik yapan Norbert Blüm, bugün 85 yaşında. Opel’in olduğu Rüsselsheim kentinde emekliliğin tadını çıkardığını sanıyoruz.
Gençliğinde papaz yardımcılığı da yaptığı bilinen Bay Blüm’ün inançlı koyu bir Katolik olduğu da biliniyor. 85 yaş Alman emeklilerin çoğu için çok da ileri bir yaş değil. Acaba şimdi Yunanistan’da mültecilerin yaşadığı dramı TV’lerde görmüyor mu, gazetelerde okumuyor mu? Niye Yunanistan’a kadar bizzat gelip sınırlarda, kamplarda yaşananları bizzat gözleriyle görmek istemiyor. Ali Sirmen’in işaret ettiği gibi, acaba vicdan huzuruyla yaşıyor mu? Çifte standart inançlı bir Katoliğe yakışıyor mu?
Paylaş