Paylaş
Bakmazlar, bakamazlar; çünkü baktıklarında tarihin henüz mürekkebi kurumamış sayfalarında, iğrenç tablolarla karşılaşacaklardır. Avrupa'dan Amerika'ya göç eden 'beyaz adam'ın, Kızılderililere nasıl kan kusturduklarını, koca bir ırkı yok etmek için neler yaptıklarını göreceklerdir. Daha sonraları, iş yaptırmak, kendilerine hizmet ettirmek için Afrika’dan koparılarak getirilen ve hayvan muamelesiyle esir pazarlarında satılan kölelerin utancıyla karşılaşacaklardır.
II. Dünya Savaşı'nda, esir aldıkları Yahudileri, kadın-erkek, yaşlı-çocuk demeden esir kamplarında açlığa mahkûm ederek, asarak, vurarak, fırınlarda imha eden Almanlar acaba Buchenwold ölü yakma fırınının önünde, onlar için bir utanç abidesi diktiler mi?
Yıllarca Fransız sömürgesi olarak ezilmiş Cezayir halkının, özgürlüğe kavuşmak için yaptığı mücadelede öldürülen onbinlerce Cezayirli ne çabuk unutuldu! Daha 44 yıl önce Isly Sokağı'nda sivil halkın sıkıştırılarak kurşunlanması anısına bir saygı anıtı yapılması için, Fransa Parlamentosu bir hazırlık yapıyor mu?
Ülkelerindeki yüz binlerce Yahudi'ye yaşam hakkı vermeyerek, baskı uygulayarak kovan İspanyollar, acaba bunun kefaretini ödediler mi?
Evet! Bu saydıklarım, tarih kitaplarında çok açık ve net olarak yer almış gerçekler... Buna rağmen, henüz kanıtlanmamış bir iddiadan öte gitmeyen Ermeni soykırımını bahane ederek Türkiye’yi sıkıştırmaya çalışan ülkelere karşı, neden bu örnekler gibi pek çoğu ortaya çıkarılmaz ve onların yüzüne vurulmaz.
Devleti yönetenlere açıkça soruyorum: Bu konuda yıllardan beri neden hep savunmada kalıyor ve yumruk yiyoruz. Yeter artık!
Dr. Erdinç KÖKSAL-KADIKÖY
//////////
Trabzon'da ramazan
RAMAZAN içinde Trabzon'a giden arkadaşım, yemek yiyecek bir yer bulamadığını, karnını gizli gizli yediği cipsle doyurduğunu anlattı. Sanki herkes oruç tutmak zorunda! Tutmayan yok, inanmayan yok, hasta olan yok sanki. Zorlamalar hep malum yönde. Ankara ve İstanbul'dan çıkınca, hatta büyük şehirlerin bile bazı yerleri ve ülkenin büyük bölümü hep aynı. Hükümetin ileri gelenleri ise; Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı, komutanlar, rektörler ve vatandaşın aksine, adeta hafife alır gibi, irtica ya yok ya da varsa tanımlayalım demek suretiyle tahammülleri sınamaktadırlar.
İrtica için şeriatın gelmesi mi lazım? Bundan iyi irtica mı olur?
Metin ALTAY
////////////////
Hızlı tren, hızlı şekilde uyutuldu
ULAŞTIRMA Bakanı Binali Yıldırım ile Mersin Ticaret ve Sanayi Odası (MTSO) Başkanı Kadir Şaman Bey söz vermişti. Ne oldu hızlı tren projesi, yoksa hızlı bir şekilde uyutulduk mu?
Önümüz bayram, âdetlerimiz gereği binlerce kişi aile, bayram ve kabir ziyareti yapacak. Zaten Mersin ve Adana arasında normal günlerde de yoğun trafik var. Soruyoruz ve takip ediyoruz. Malum önümüz seçim..
A. Ergin GEZ-ADANA
///////////////
Stepne
TÜRKİYE, AB'nin stepnesi konumunda, sonu belli olmayan bir yolculuğa çıkmıştı. Bu konu Türkiye'nin geleceğini tayin etme ve planlamada bir belirsizliğin adı idi.
Bence, Fransa'nın Ermeni yasa tasarısını, yasalaştırmak için Fransız parlamentosunun oyuna sunması, Türkiye'de AB ve emperyalizm karşıtlarına büyük bir güç katarken, AB yalakalarına ise ölümcül darbeler vurdu.
Teşekkürler Fransa!
Kadri YILMAZ
//////////////
Biliyor musunuz
- OZAN, romancı ve düşün adamı Atilla İlhan'ın, birinci ölüm yıldönümü nedeniyle bugün Asiyan Mezarlığı'nda anılacağını...
- KARACAAHMET, Eyüp ve Zincirlikuyu mezarlıklarında fotoğraf çekilmesinin güvenlik görevlilerince engellendiğini, bu engellemenin 'tarihi ve sahipsiz mezarların tahrip edilerek satılacak' endişesi yarattığını; güvenlik görevlilerinin fotoğraf çekme yasağının Mezarlıklar Müdürü Adem Avcı'nın emri olduğunu söylediklerini...
//////////////////
M.Nuri Yılmaz, irtica konusunda neler söyledi
ESKİ Diyanet İşleri Başkanı ve Ortak Değerler Derneği Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, Conrad Oteli7nde önceki akşam verdiği irtica davetinde, irtica konusunu çarpıcı açıklamalar yaptı.
Mehmet Nuri Yılmaz konuşmasının başında, çevresinin isteği 'Ortak Değerler Derneği'ni kurduklarını, yakında İstanbul şubesini de hizmete sokacaklarını belirtti. "Ortak değer'in ne olduğunu şöyle anlattı:
"Şayanı arzu edilen şey nedir? Başta inanç gelir; inanç da düşünmeyi aşmak demektir. İnanmak bir irade sergilemektir. Ortak değer denilince akla ilk önce din gelir. En önemli inanç; dindir. Din ilahi bir sistemin adıdır. Dine inanan mutlak bir otoriteye inanmıştır. Dine inanan, devlete, düzene, yasalara inanır. Düzene inanan bir insan anarşiden ve terörden uzak durur. Mutlak iradeye inanan annesine, babasına da inanır. Dine inanan insan vatanın kutsallığına inanır."
İlgi ile izlenen konuşmasında M.Nuri Yılmaz, irtica konusunda şunları söyledi:
İRTİCA NEDİR
"İslam tarihinde irtica kavramını ilk defa İslam Halifesi Hz. Ebubekir kullanmıştır. Bu dönemde, İslam'ı henüz gönüllerine tam olarak sindirememiş olan bazı kimseler, cahiliyye dönemindeki örf, adet ve batıl inançlarına geri dönmeye teşebbüs etmişlerdir. Özellikle, zekat vermeyi ve savaşlarda görev almayı reddetmek istemişlerdir. Tarihteki bu olumsuz gelişme ilk irtica hareketi olarak yorumlanmaktadır. Çünkü İslamiyet kendinden önceki devreyi 'Cahiliyye' olarak adlandırmakla, İslam'la başlayan yeni dönemin eskisine nazaran maneviyat ve uygarlık olarak gelişmişliği ve üstünlüğü temsil ettiğini vurgulamaktadır. Çünkü cahiliyye deyimi, İslam'a muhalefet eden müşriklerin geriliklerinin bir sembolü olarak kullanılmaktaydı. Bu itibarla İslam'dan uzaklaşıp tekrar Cahiliyye dönemine geriye dönmek, gelişmiş bir uygarlığın ilkeleri ve prensiplerinden uzaklaşmak ve geriye gidişi temsil etmekti.
Dördüncü İslam halifesi Hz. Ali ve Muaviye'nin karşı karşıya geldikleri Sıffin Savaşı'nda, Muaviye ordusunun siyasi neticeler elde etmek için, mızraklarının uçlarına Kur'an-ı Kerim sayfalarını takmalarını ve akabinde gelişen hakem olayı da, bünyesinde irtica izleri taşıyan hadiseler cümlesindendir. Çünkü bu hadisede din siyasi emellere alet edilmiştir. Hz. Ali askerlerine, mızrakların ucuna Kur'an varakalarının takılmasının bir hile ve aldatmacadan ibaret olduğunu, bundan dolayı kabul edilmemesi gerektiğini açıklamıştır. Hz. Ali'nin bu meyandaki sözleri dikkat çekicidir: "Ey Allah'ın kulları! Allah'ın kitabına en fazla icabet eden benim. Fakat Amr.B.As, Habib b. Mesleme ve İbn Ebi Sarh; bunlar din ve Kur'an ehli değillerdir. Ben onları sizden daha iyi tanırım. Onların tahkim istemeleri, kendisiyle batıl murat edilen sözdür. Vallahi onlar bunu bilerek, aldatmak, gevşetmek ve tuzak için yapıyorlar.
Bu konuda bir başka örnek de Hariciler olayıdır. Sıffin Savaşı'nın bir neticesi olarak ortaya çıkmış olan Hariciler de eylemleriyle irtica görüntüsü arz etmişlerdir. Olaylara dar açıdan bakan bu gurubun taraftarları, dini bir bütün olarak algılamaktan uzak olarak, İslami hükümlerin asıl maksatlarını bir tarafa bırakıp sadece lafzına sıkı sıkıya bağlı kalmanın esas olduğu fikrini ileri sürmüşler, bu düşünceye itibar etmeyen insanları dışlayarak, düşman addetmişlerdir. Hatta, bu taassupkarane yanlış algılamalar sonucu, kendileri dışındaki Müslümanları kafir sayıp kadın ve çocuk demeden insanları öldürmüşlerdir. Hz. Ali bunlar için "Elbiselerini tersten giymiş güruh" tabirini kullanmıştır.
İrtica ile din aynı masada oturamaz. İrtica din demek olmadığı gibi, din de irtica değildir. Her iki kavram birbirinden farklıdır. Tarihimizde vuku bulan irticai eylemleri incelediğimizde, irtica hadiselerinin daima dini duygulara dayandırıldığını görmekteyiz. Hakikatte bu hadiselerin doğrudan dinle ilgisi bulunmamaktadır. Mesela ülkemizde matbaanın kuruluşuna karşı alınan tavır genelde tarihimizde irtica hadisesine örnek olarak verilmektedir. Aslında bu hadisenin gerisinde dini faktörlerden ziyade iktisadi bir etken rol oynamıştır. Bu konuda dinin bir dahli yoktur. "Okuduklarınızı yazı ile kaydedin" diyen bir peygamber matbaaya niçin karşı çıksın? Burada hadise, el yazması kitaplardan para kazanan hattatların bir reaksiyonudur. Teknik ile el maharetinin mücadelesidir. Hadise, din istismar edilmek suretiyle ortaya çıktığı için bu hareket dine maledilmeye çalışılmıştır. Özetle irtica, dini siyasi ve ticari çıkarlar için kullanma kurnazlığıdır!
Atatürk, irtica konusunda 'Nutuk'ta şunları söylemektedir:
"Efendiler, hayatın felsefesi, tarihin garip tecellisi şudur ki, her iyi, her güzel, her nafi şey karşısında onu imha edecek bir kuvvet belirir. Bizim lisanımızda buna irtica denir."
"Her ilerici ve müspet gelişmeye karşı çıkan kuvvete irtica denir."
"Unutulmamalıdır ki, milletin hakimiyetini bir şahısta yahut mahdut şahısların elinde bulundurmakla menfaat bekleyen cahil ve gafil insanlar vardır. Bu gibilere mürteci ve hareketlerine de irtica derler. Katiyetle ve bilaperva söylerim ki, hakimiyet-i milletimizin her zerresini şu veya bu suretle takyit etmek isteyenler en koyu mürtecilerdir."
Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere irtica:
1. Milli egemenlik ilkesine karşı çıkarak saltanat ve hilafetin geriye gelmesini istemek,
2. Çağdaşlaşmaya ve her türlü ilerici ve müsbet gelişmelere karşı çıkmak,
3. Dini siyaset ve ticarete alet etmek. Yani, din istismarcılığı.
ŞEHİTLİK
Şehitlik kavramının kutsallığına da değinen Yılmaz, "Şehitlik mertebesinin hafife alınmasının çok tehlikeli bir gidiş olduğunu" söyledi.
Cem Vakfı Başkanı Prof. Prof. İzzettin Doğan, her toplumda dinlerin güzelliklerini ortaya koymak ve tartışmak gerektiğini söyledi; "Bugün siyas iktidar, Ramazanda dinle siyasi iç içe girerek dini ticarete alet etmektedir." dedi.
KİMLER KATILDI
Fener Rum, Musevi, Vatikan, Süryani (Suryani Kadim, Süryani Katolik) gibi Ruhani lider ve temsilcilerinin bulunduğu toplantıda, tek lider olarak DSP Genel Başkanı Zeki Sezer bulundu.
Siyaset, iş ve medya dünyasından ismi tespit edilebilen katılımcılar şunlar:
Ahmet Tan, Nevzat Ercan, (E) Orgeneral İlhan Kılıç, Prof. İzzettin Doğan, Fermani Altun, İsmail Aytemiz, Kezban-Hüsrev Hatemi, Mehmet Moloğlu, Mustafa Dağıstanlı, Necati Güngör, Osman Barış, Engin Köklüçınar, Nevzat Ceylan, Süleyman Soylu, Velisarıtoprak Alaettin Bayraktar, Bahri Yücel, İsmail Amasyalı, saadettin Elginer, İlhan Kulu, Osman Ezer Necla-Akkan Süver, Ali Bulaç, Selahattin Sadıkoğlu, Süreyya Polat, Ali Şehsuvaroğlu, Ali Türk, Vehbi Orakçı.
/////////////////////
Gönül, bu uygulamaya tepki göstermeliydi
30.9.2006 cumartesi; Viyana Havaalanı'nın Avusturya Havayolları'nın 821 sefer sayılı Viyana-İstanbul uçuşu öncesi C59 no'lu uçağa biniş kapısının önündeki bekleme salonu. AB üyesi ile İsviçre ve Norveç gibi üye olmayan ülkelere gidecek yolcular için pasaport kontrolü yok. Yolcular havaalanı ana girişinde ilgili havayollarından uçağa biniş kartların alıp doğrudan havaalanı dış hatlar bölümüne giriyor ve uçağa biniş kapısı önünden üst arama ve el bagajı güvenlik kontrolünden sonra kapı önündeki bekleme salonuna ve uçağa geçiyorlar.
İstanbul yolcuları için uygulama biraz farklı. İstanbul ve yakın saatte kalkacak Dubrovnik (Hırvatistan, bizim gibi aday ülke) yolcuları uçağa biniş kapısı önündeki pasaport ve güvenlik kontrolünden geçiyorlar. Buraya kadar önemsenecek bir uygulama gözüme çarpmadı. Kolay ve sorunsuz şekilde pasaport ve güvenlik kontrolünden geçip arkadaki bekleme salonunda uçağa alınmayı bekliyoruz.
Buradan da biniş kartlarımızı görevliye verip uçağa geçeceğiz. Hayır öyle olmadı I7-I8 yaşlarında Avusturya havayolları görevlisi tıfıl biri gelip yolcuların tek tek pasaport ve biletlerini tekrar kontrol etmeye başladı. Halbuki ana girişte uçağa biniş kartımızı almış ve pasaport kontrolünden geçmiştik .Tam uçağa biniş öncesi böyle bir kontrol alışıldık bir durum değildi ve Viyana aktarmalı diğer Avrupa uçuşlarında böyle bir uygulama yoktu.
Görevli bana geldiğinde "pasaport kontrolünden geçtik ya daha neyi kontrol ediyorsun?" diye çıkıştım. Yolcuların vizesini kontrol ediyormuş. Aklınca kaçak giren olmuşsa çıkarken yakalayacak! Tam bu sırada lacivert ceketli gri pantolonlu 3-4 kişilik resmi bir Türk heyeti belirdi. Görevli onlardan da pasaport bilet istedi. Heyetten biri, 1 tanesi kırmızı diplomatik pasaport diğerleri 'hususi' (yeşil) pasaportlarını çıkarıp gösterdi. Avusturya havayolları görevlisi söyle bir baktı ve geçti. Pasaportları uzatan Türk görevliye bu işin teamüllere uymadığı ve uçağa biniş öncesi böyle bir kontrolü hele hele diplomatik pasaport sahiplerine yapmaya hakları olmadığını belirttim. Türk görevli "Ne olmuş ki rutin pasaport kontrolü yapıyor ne var bunda" dedi. Hayır dedim. Pasaport kontrolü şurada yapılıyor ve polis yapıyor. O yapıldı. Bu fazladan. Üstelik diğer Avrupa uçuşlarında tanık olmadığım bir davranış. Uzatmadım yürüdüm. Bir süre sonra grubun içinde Milli Savunma Bakanı'nın yer aldığını gördüm. Bakan Bey'in yalnız kaldığı bir an kendimi tanıttım, durumu anlattım. Sayın Bakan'ın yanıtı benim için tatmin edici olmaktan uzaktı. Sayın Vecdi Gönül, bana "Avusturya'nın egemenlik hakkını kullandığını" ileri sürdü. Biz de benzerini uygulayalım, dediğimde gerekçesi şu oldu: "O zaman turist gelmez!.." Saygılar sunarım, iyi günler dilerim, diyerek ayrıldım ve zaten biraz sonra da biniş kartlarımız toplanarak uçağa alındık. Söz konusu olan görevli de oradaydı. Yaka kartına göz attım. Bu durumla kendisinin hiç bir ilgisi yoktu ama kartta şu ismi okumak bana ironik geldi: Haik Karapetian!..
Uçakta düşündüm. Hayır, bu davranışın egemenlik hakkı ile ilgisi yoktu. Bu düpedüz Türklere yapılan ayırımcı bir davranıştı, bence onur zedeleyiciydi. Üstelik biz resmen aday ülkeydik. Tamam diğer Schengen ülkeleri gibi pasaportsuz geçmeyi beklemiyorduk ama önce normal biniş kartı alma sonra pasaport kontrolünden geçme gibi normal işlerin ötesinde uçağa binmeden tekrar pasaport vize bilet kontrolü yapılması ve buna diplomatik pasaportluların da dahil edilmesi bana rutin dışı bir muamele olarak göründü. Üstelik turist gelmez savına da katılamıyorum sayın Bakan'ın... Avusturya'ya nüfusunun iki katı turist geliyor (yılda 18 milyon). Egemenlik haklarını kullandıkları, biz ise turist gelmez endişesiyle kullanmadığımız için mi bizden fazla turist çekiyorlar!
Prof. Nadir PAKSOY- KOCAELİ
/////////////////
Haydarpaşa kentsel SİT alanı olarak kalacak mı, ranta mı kurban gidecek
'HAYDARPAŞA Dayanışma'nın girişimiyle 23-26 Eylül tarihlerinde bir 'Haydarpaşa Buluşması Etkinlikleri' düzenlenmiş ve binlerce kişi,
Koruma Bölge Kurulu tarafından alınan ve 6 aydır bekletilen 'Haydarpaşa ve Çevresinin Tarihsel ve Kentsel SİT alanı' kararının yayınlanmasını istemişti.
Bir sonuç alınamayınca 'Haydarpaşa Dayanışma'nın talebi üzerine Meclise bir soru önergesi verilmesi istemini CHP İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek
kabul etTİ. Şimşek'in Kültür ve Turizm Bakanı Koç'a yönettiği sorular şöyle:
1- İstanbul 5 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun 26.4.2006/85 Tarih ve Nolu toplantısında aldığı bu kararın alındığı tarihin üzerinden 6 aya yaklaşan bir zaman dilimi geçmesine rağmen yayımlanmamasının gerekçesi nedir?
2- Bu kararın yayımlanmamasında, hükümetinizin Haydarpaşa Garı’nı satma hedefinin bir etkisi olmuş mudur?
3- Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurullarının aldığı bu kararların yayımlanması için mevzuatın öngördüğü bir süre var mıdır? Var ise bu süre nedir? Böyle bir süre öngörülmüşse, İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun almış olduğu bu kararda bu süreye uyulmakta mıdır?
4- Ülkemizin kültür ve tabiat varlıklarını korumakla, geliştirmekle görevli bir bakan olarak bu kararın yayımlanması için bir girişimde bulunarak, bu hukuksuzluğu ortadan kaldırmayı düşünüyor musunuz?
5- 5 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından 'Tarihsel ve Kentsel SİT' alanı olarak tescil edilen Haydarpaşa ve çevresini hükümetinizin 'tüccar siyaset' anlayışının 'pazarlama' yöntemlerine kurban etmemek sizin görevleriniz arasında değil midir?
6- Koruma Kurulu tarafından alınan bu kararın resmi duyurularla açıklanmamasında sorumluluğu ve ihmali bulunan görevliler hakkında bir soruşturma açılacak mıdır?
////////////////////
DSP'li Sezer ve Tan'ın, DYP'li Süleyman Soylu'lu ile siyasi sohbeti
DİYANET İşleri eski Başkanı Mehmet Nuri Öztürk'ün önceki akşamki iftarında DSP Genel Başkanı Zeki Sezer ve Genel Sekreter Ahmet Tan da bulunuyorlardı.
Sezer, Öztürk ve öteki konukların konuşmalarının uzun sürmesi üzerine nezaketli bir kaç cümleden sonra kürsüden indi. Başka bir lider olsaydı böyle bir fırsatı kaçırmazdı.
Neyse biz Sezer, Tan ve DYP İstanbul eski İl Başkanı Süleyman Soylu ile çay içme imkanı bulduk.
'Siyaset' üzerine uzun bir sohbet yaptık; bu arada son siyasal araştırmaları masaya yatırdık.
Söz araştırmalardan açılmışken, konu 'Odak Araştırma'nın geçen 13 Ağustos'ta Hürriyet'te yayınlanan 'Seçmen ve Profili ve Siyasi Tercihler Analizi'nde odaklandı.
Soylu'nun verdiği bazı bilgi ve yaptığı yorumlar bizim kadar Zeki Sezer ve Ahmet Tan'ın da dikkatini çekti.
Her siyasal araştırma kurumuna inanılabilir mi?
Siyasal yaşamında bir çok araştırmacı ile çalıştığını belirten Soylu,
"Sahası düzgün yapılan örneklemesi güzel seçilen ve yönlendirmeli siyasal yorumlar içermeyen, rakamları sunan araştırmalar sağlıklı görülebilir. Ancak araştırmaların o günün fotoğrafını verdiği de unutulmamalıdır."
ECEVİT FAKTÖRÜ
Söz, DSP'ye geldi... Zeki Sezer bu arada Kızılcahamam'da yaptıkları gençlik toplantısında, üniversiteleri öğrencileri çok başarılı bulduğunu söyledi.
Ahmet Tan da, üniversiteli gençleri parti bünyesine katmak için yaptıkları üç toplantıda, parlak öğrencilerin ortaya çıktığını söyledi.
Bunlar arasında çok zorluklarla yetişen, 'gözlerinden zeki olduğu' anlaşılan, İzmir'de okuduğu üniversitede Öğrenci Konseyi Başkanı olan Başar Yeşil'i örnek olarak gösterdi. Yeşil, AB'nin Erasmus programına dahil olmuş... Kızılcahamam'daki toplantı gençlere konuşma, tartışma ve fikirleri geliştirmek ortamı sağlamış.
Sözer, bu arada söze girerek, "Sayın Ecevit, daha 1980'lerde seçilme yaşının 25'e indirilmesini öneriyordu. Ancak bugün AKP farkına varıyor; çünkü AKP yaptığı araştırmalarda bu yaştaki gençlere siyasette ön verilirse kazanılabileceğine inanıyor. AKP iktidara geldiğinden beri, bu gençleri daha lise sonlarda kendi düzenlediği 'Gençler Buluşuyor' toplantılarında bünyesine ısındırıyor.
Bu arada liderlerin 'karizması' gündeme gelirken, "lider partisi olur mu?" sorusu gündeme geliyor.
Soylu şöyle konuşuyor:
"Liderin siyasi partilerdeki önemi bizim gibi ülkelerde ağırlığı gözartı edilemez. DSP'yi gürbüz bir bebeklikten alıp büyüten Ecevit'in bugünkü DSP kampanyalarında çok öne çıkarılmadığını hep düşünürüm. TNS Piar'ın, AKP'ye yakın Anar'ın ve ODAK'ın araştırmalarında, Ecevit'in liderliği yadsınamıyor.
%5-6 puan bandındaki seçmen, Ecevit'i hala en beğenilen lider olarak görüyor.
Ondan sonra Demirel geliyor, Baykal onun altında... DSP'nin bu puanla ilgili yoğun bir çalışma temposuna girmesi gerekiyor. DSP, bu avantajla bu beğeniyi oya dönüştürebilir. Belki Ecevit'in kendisiyle değil ama Ecevit'in ilkelerini siyaset anlayışını, dürüstlüğünü Türkiye'ye çok rahat anlatabilir. Miting meydanlarında kampanyalarda Ecevit'in resmi, örneğin Ecevit'in 100 önemli sözü işlenebilir."
KIZILCAHAMAM TOPLANTISI
Sezer, DSP'nin Türkiye’de kadınların ve gençlerin siyasete katılımını önemseyen, bu konuda açılımlar yapan parti olduğunu söylüyor.
Nitekim, bunun bir adımı olarak gençleri 'siyasette yönetim kademelerine taşımak için' adımlar atıyor.
"Gençlerle El Ele Ülke Yönetimine' sloganı ile 44 üniversiteden 224 genci Kızılcahamam'da bir araya getirmişler.
DSP’li gençler kendi aralarında 5 ayrı konuda çalışma grubu oluşturmuşlar,
ülke sorunlarına yönelik çözüm önerilerini masaya yatırarak projelerini tartışmışlar.
DSP'li önderler şunları söylemişler:
- Genel Sekreter Ahmet Tan “Sizlerden çok şey bekliyoruz. Sizlerden yönetim, yönetime katılım bekliyoruz. Gençler yönetime gelmeli” diyor. Tan, DSP’nin partizanlık yapmayan, yolsuzluklara bulaşmamış tek parti olduğunu, Bülent Ecevit’in dürüstlük düsturunun partinin dokularına sindiğini, DSP’de lider sultası olmadığını anlattı. Tan, "Siyaset insanları birbirine yakınlaştıran bir alandır. Ülkenin geleceğinde söz sahibi olmalısınız. Sayın Ecevit’in söylediği gibi, gençlik siyasetin fidanlığıdır. Siz siyaset yapmazsanız, sizin adınıza siyaset yapanlar, geleceğinizi belirlemeye başlarlar."
Toplantıda, 'DSP Seçim Bildirgesi’nin ana hatlarını oluşturacak olan komite kararları da açıklandı.
Öykü Öztürk (Fırat Üniversitesi), Kasım Ağır (Anadolu Ü.), Ayfer Erçin (Hatay M. Kemal Ü.), Yener Keser (M.Kemal Ü.), Yıldız Hepkalender (Anadolu Ü.) ve
Hüseyin Can (Anadolu Ü.), Hatice Şahin (AÖF), Muzaffer Osman Yazar (AÖF), Sezin Özdemir (Abant İzzet Baysal Ü.), Taner Özgür (Anadolu Ü.) kendi dallarında açıkladıkları raporları açıkladılar.
TÜRK: TOPLUM TAVRINI KOYMALI
Eski Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, 'irtica' ve 'laiklik' konusu üzerinde durdu. Çok partili yaşama geçildikten sonra dinin hep istismar konusu olduğunu, AKP’nin de şimdi dini istismar ettiğini anlatan Türk, ekonomik kalkınma sağlanmadan, bölücülük ve irtica ile mücadele edilemeyeceğini söyledi. AKP’nin dini istismarına, Başbakan Erdoğan’ın eşi, kızı ve gelininin başlarını sıkı sıkıya bağlayarak fotoğraflar çektirmesini örnek gösteren Türk, Erdoğan’ın Köşk’e çıkmasına da Anayasal bir engel bulunmadığına dikkat çekti ve Erdoğan’ın Köşk’e çıkmaması için "Toplum tavrını koymalı. En etkili yol budur" dedi.
ŞENATALAR:GENÇLER SİYASETE ERKEN GİRMELİ
- Prof. Burhan Şenatalar da 'Siyaset ve Gençlik' konusunda konuştu ve bağımsız iradenin önündeki engellerin feodalizm, tarikatlar, medya olduğunu anlattı. Aktif siyasete katılımla ilgili engeller üzerinde de duran
Şenatalar, "Gençler siyasete erken girmeli, kapasiteleri varsa hızla yükselebilmelidir. Bugünkü gençlik apolitik değildir" görüşünü dile getirdi.
- Bilgi Üniversitesi Rektörü Prof. Aydın Uğur da 'Siyaset ve İletişim' konusunda yaptığı konuşmada, gençliği önemli kılan etkenleri anlattı ve iletişimin önemine dikkat çekti. Dünyadaki eğitim sisteminin değişmesi gerektiğini anlatan Uğur "Artık gençlere bilgiyi öğretmek değil, bilgiyi nasıl öğreneceğini öğretmek gerekir" dedi.
MASA TENİSİ VE SATRANÇ
DSP’li gençler, akşam saatlerinde satranç, masa tenisi, yüzme, koşu ve bilardo müsabakaları yaparak hem stres attılar hem de kaynaştılar. DSP Genel Başkanı Zeki Sezer’le masa tenisi oynayan gençler, Genel Başkan Yardımcısı Hasan Macit’le de satranç tahtasının başına oturdular. Gençlerle sohbet eden Sezer, DSP’nin yönetim kademelerinde gençlere yer vermek istediğini söyledi, gençlerin bu konulardaki görüş ve önerilerini dinledi.
GENÇLER SİYASETE
DSP’nin üç gün süren gençlik eğitim çalışmasının son gününde Genel Başkan Sezer gençlere hitap etti:
"Çağdaş siyasette gençlik ve kadın, tutucu siyasete karşı bir meydan okumadır" diyen Sezer "Gençler siyasetle ilgilenmezlerse, siyaset de gençlerle ilgilenmiyor" diye konuştu.
/////////////////
Yalan rüzgarı
FETHİYE'de çıkan 'Yenihaber'den Murat Sökdü, Fethiye ve Alanya'nın il olma girişimlerinin perde arkasını yazıyor:
"GÜNLERDİR basında büyük bir müjdeyle verilen "Alanya ve Fethiye il olacak" şeklindeki haberler 'Yalan rüzgarı' dizisinin neredeyse bir parçasıdır.
Bir zamanlar Fethiye’de görev yapan eski bir bürokratı görevlendiren Ankara, Fethiye’nin nabzını tuttu. O kişi Fethiye Kemer Orman İşletme Eski Müdürü Feyyaz Aşkın... AKP’nin etkin kadrosunda görev yapan Aşkın, başta köyler olmak üzere bir çok kesimde yapılan anket ve ziyaretlerde AKP’ye olan güvenin kaybolduğunu gördü. Durum Ankara’ya rapor edildi. Fethiye ile birlikte il olma yolunda yıllardır Ankara’nın gözünün içine bakan Alanya’da sözde il olma projesi kapsamına alındı. Muğla’nın aynası olan Fethiye’de, yaklaşan seçimler öncesi oy oranının nasıl yükseltileceğinin kararı verildi. Fethiye’ye bakış açısı pek sıcak olmayan Başbakan Erdoğan, Fethiye’yi Ankara’da temsil eden Muğla Milletvekili Hasan Özyer’in AKP’nin yanlış politikaları sonucu partiden istifa etmesiyle umutlarını AKP’li vekil Seyfi Terzibaşıoğlu’na bağladı.
Senaryonun devamı şöyle:
Turizm Master Planı olarak da adlandırılan Türkiye Turizm Stratejisi 2023 taslağı son halini almak için ilgili kurum ve kuruluşlardan görüşlerin gelmesini bekliyor. Planlı turizm kentleri oluşturmak, yeni turizm bölgeleri ilan etmek için çalışmalar yürüten Bakanlık, ilk etapta Antalya'nın Alanya, Muğla'nın Fethiye ilçelerini 'turizm kenti' kapsamına alarak her iki ilçenin de il yapılmasını istiyor. Alanya ve Fethiye'nin il yapılması için çalışmalar hızla sürdürülüyor. Evet basında çıkan haber aynen bu şekilde. Peki ya devamı. Gazetemizin araştırması gerçekleri gün ışığına çıkartıyor.
Senaryonun diğer uzantısına dikkat!
ARSA MAFYASI
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın son şeklini vermeye çalıştığı Turizm Master Planı için başta 'arsa mafyası' olmak üzere, spekülatörlerin nerelerin turizm bölgesi olarak ilan edileceğini öğrenmeye çalıştığı anlaşıldı. Buna göre gerek Fethiye ve Alanya’nın arazi pastasına göz dikenlerin önü de şimdiden açılmış oluyor.
SİYASİLER YALANLIYOR
Fethiye ve Alanya’nın il yapılacağı söylentilerinin yalnızca 'söylentiden' ibaret olduğu gerçeği bir kere daha çıkıyor karşımıza. 'Yenihaber' gazetesi olarak Ankara ve İstanbul kaynaklı yaptığımız araştırmaların yanı sıra, Muğla Milletvekilleri, AKP İl Başkanı ve partililer il olma adına hiçbir çalışmanın yapılmadığını bir kere daha yinelediler. Bir başka güvenilir kaynak ise yaklaşan seçimler öncesi Alanya ve özellikle Fethiye’nin zengin oyunu kaçırmamak ve AKP’nin yeniden iktidar olduğu takdirde 'il' çalışmalarını gündeme alabileceğini bildirdi. Yani il olmak için AKP’nin açık bir dayatması var. O da 'Ver oyu, kap plakayı'
VATANDAŞLAR KANDIRILIYOR
CHP Antalya Milletvekili Atilla Emek, bazı ilçelerin il yapılması konusunda siyasilerin vatandaşları kandırdığını savundu. Emek "Özal döneminden bu yana Manavgat ve Alanya'ya gelen politikacılar meydanlarda il sözü verdi. Ancak hiçbiri de bu sözlerini yerine getirmedi. Bu yüzden daha dikkatli konuşmaları gerekir" dedi. Emek şu şekilde devam etti. “Bu konu gündeme Turizm Bakanı'nın bölgeye ziyareti ile tartışmaya açıldı. Sayın bakanımız burada bir düğüne katılmış ve konuşmalar arasında Alanya ile Fethiye'nin il olması ile ilgili bir görüş belirtilmiş. Ankara'da konu meclise açıldı. Gerek Alanya gerek Manavgat potansiyel olarak bölgenin yerleşim merkezleri oldular. 90'lı yıllardan bu yana bölgeye giden gelen siyasetçiler başta rahmetli Turgut Özal olmak üzere il vaadinde bulundu. 9'uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Rıhtım Meydanı'nda Alanya'yı il yapacağını söyledi. Ama Manavgat ilçe merkezinde Manavgat'ı da il yapacağını söyledi. Her iki ilçede tarım ve turizmde büyük bir potansiyele sahip. Geçmişteki bütün siyasetçiler de her iki bölgeyi de il yapacakları vaadinde bulunmuş. Yine ben biliyorum ki, meydanda dönemin Başbakanı Tansu Çiller Alanya'yı il yapacağını söyledi. Ama yarım saat sonra Tansu Hanım Manavgat'a geldi. Manavgat'ı da il yapacağını söyledi. Mesut Yılmaz'da hem Alanya'da, hem de Manavgat'a il vaadinde bulundu" dedi.
FETHİYE İL OLMALI AMA...
"Yenihaber'deki değerlendirmede, iki ilçenin il yapılmasının ne siyasete ne de insan haklarına uygun düşmediği belirtilerek şöyle deniliyor:
"Fethiye 70 bin nüfusuyla il olmuş bir çok yerden il olmayı hak eden bir yer. Fethiye il yapılacaksa bu yıllardır süre gelen kandırmaca siyasetin dışında tutularak yapılmalı. 70 bin kişinin beklentileri 'umut tacirliğine' dönüştürülmemeli. Evet Fethiye il olmayı istiyor. Bizlerde herkes gibi il olmayı istiyoruz. Geçenlerde Muğla gazetesinde bir yazar "Muğla, Fethiye köylerinden kurtulmalıdır. İl özel İdaresine fazla geliyor" diyor. Yani Muğla da artık Fethiye’den ayrılmak istiyor. Fethiye artık il olmalı. Ama gerçeklerle yüzleşerek."
Paylaş