‘‘SSK'nın tedavi giderlerini azaltmak için birtakım tedbirler alması doğaldır. Tedbirler alırken bilimsel ve etik değerleri de gözetmesi gerekir.
Antidepresanlar sadece depresyonda kullanılmazlar;
migren, psikosomatik bozukluklar, kimi
gastro-enterolojik hastalıklar ve
ağrılı durumlar başta olmak üzere birçok alanlarda kullanılırlar.
Antidepresanların gelenekselleşmiş isimlerinden hareketle sadece depresyonda kullanılabileceğini sanmak bizim dar kafalı bürokratlarımıza yaraşır bir anlayış olabilir ama dünyanın hiçbir yerinde akla hayale gelmeyecek bir komedidir. Bu kararı alanlar zahmet edip antidepresanların prospektüslerini incelemiş olsalardı; depresyon dışında hangi hastalıklarda kullanılabileceğini görmüş olurladı. Anlaşılan bu kadar basit bir çaba göstermeyi bile gereksiz görmüşlerdir. Kaldı ki depresyon, iyi hekimlik yapan her doktorun hiçbir laboratuvar tetkikine gerek duymaksızın sadece iyi bir gözlem ve anamnezle (hastanın şikáyetlerini sorgulama) tanı koyabileceği bir hastalıktır.’’
Dr. Ergus, usulsüz işlemlerin önüne geçilmek isteniyorsa kayıtdışı işçilikle, hak edilmeden alınan emekli maaşlarıyla, ihalelerde dönen yolsuzluklarla mücadele edilmesini istiyor ve ‘‘Eğer bu konuda yolsuzluğa bulaşmış doktor varsa; hiç kuşkunuz olmasın, onlara haddini bildirirken iyi hekimlik yapan doktorlar da yanınızda olacaktır. Ama lütfen iyi hekimlik yapan doktorun reçetesinden elinizi çekin’’ diyerek şu örneği veriyor:
‘‘1 milyonluk
Laroxyl için, 8-9 milyonluk
Anafranil için,
Tofranil için günlerce sürecek ve belki hiç muayene edilmeden verilmek durumunda kalınacak heyet raporlarıyla vatandaşın depresyonunu daha da derinleştirmeyin. On binlerce
migrenli, irritabl kolon sendromlu vb. hastaları düşünerek bu rezalete son verin. Lütfen aldığınız kararlarda bilimselliği, etik değerleri,
hasta-hekim ilişkisini ve ülke gerçeklerini göz önünde bulundurun, kendinizden başka herkesi defolu görme ve
‘‘Ben yaptım, oldu...’’ anlayışını terk ediniz.’’
Urfalılara TEDAŞ zulmü
‘ŞANLIURFA TEDAŞ'ta geçen yıl yaşanan yolsuzluk olayından sonra bu kurum adeta kangrenli bir hastaya dönüştü. Vurgunu vuranların çarptığı trilyonlar yanına kár kalıp sokaklarda gezerlerken olan binlerce
Şanlıurfalı'ya oldu. Sayaç okuyan taşeron firmaların anlaşmaları askıya alındı ya da feshedildi. Sonuçta 6-7 aylık 500-600 milyon gibi yüksek faturalar binlerce fatura vatandaşa çıktı. Taksitlendirme ile bunları güçlükle ödemeye çalıştılar. Aradan geçen zaman içinde iyileşme görülmedi; işe politika girince bir yıl içinde üç müdür arka arkaya değiştirildi. Bu arada tabii korkudan yeni müteahhitlerle anlaşma sağlamaya üç müdür de yanaşamadı. Bu ihmalin ikinci büyük faturası yine abonelere çıktı. Bir kez daha yüzlerce milyonluk faturalar dağıtıldı. Nasıl olsa kurum suçlu diyerek borçlarını taksitlendirmeye giden insanlara büyük bir pişkinlikle 'Taksitlendirme artık yok. O bir kereye mahsustu. Bilgisayarın programı da ona göre hazırlandı. Bilgisayar da bunu kabul etmiyor'' yanıtını verildi. Dünyanın hiç bir yerinde hem suçlu hem de güçlü olmanın böyle bir örneği yoktur. Bilgisayarın kabul etmediğini hiçbir vicdan kabul etmez. Eskiden halk günlerinde ilaç gıda yardımı isteklerinin yerini şimdi milyonluk elektrik faturalarının ödenmesi yakarışları aldı. Vatandaşa artık zulmetmeyin.’
Mehmet ALTUNDAĞ-Şanlıurfalı TEŞADZEDELER adına Türk Gecesi maskaralıkları
'TÜRK Gecesi' adı altında düzenlenen eğlenceler yetersiz ve hatalıdır. Bizleri de rencide etmektedir. Dansözler
Arap havaları ile dans etmekte; turistlere sanki
Arap ülkesiymişiz gibi yüzme havuzu etrafında fesli adamlarca deve gezileri yaptırılmaktadır. Müzisyen ekipleri tam bir
'Sulukele ekibi' görünümündedir ve
Türk imajı ile uzaktan yakından bağlantı kurulacak bir durumda değildir. Kıyafetler, bir çadır tiyatrosu ortamındadır. En kötüsü de böyle bir ortamın güzelim
Türk bayrakları ile süslenmesidir. Tatil köyleri tarafından yöredeki Türk kültürünü bilmeyen özel girişimcilere ihale edilen geceler, tam bir panayır görüntüsü vermektedir. Bu geceler yasaklanmasın ama bu organizasyonların nasıl yapılacağı başka kültürel boyutlarda biçimlendirilmelidir. Türk imajı, dansözlü, develi, fesli gösterilere bırakılamaz.
Abdullah ŞEVKİ-ANKARA Van kedilerinin acınacak hali
23 NİSAN tatilinde
Van'a gezi yaptık. Daha önce gazetelerden
‘‘Van'a gelin ve kedilerimizi görün, sevin. Koruma altına aldık’’ diye okuduklarım kedilere olan tutkumu artırdı ve rehberden rica edip
Van 100. Yıl Üniversitesi bünyesindeki kedi bakımevine gittik. Ancak kedievi kapalı; saat 10'dan 12'ye kadar bekledik; bakıcı gelmedi. Kedilerin durumu içler acısı. Kedi yolları yapılmış olan yerlerden tel örgülü bahçelerine çıkıyorlar. Kiminin kulaklarının yanı uyuz, kiminin o güzelim gözü akmış, kiminin kuyruğu yolunmuş gibi tel-tel, göz yaşartıcı bir manzara...
Kedievi mi yoksa kedi tutukluevi mi karar veremedik. Bazı kediler odalarda hapis...
Van'ın meydanına kedi heykeli dikmek marifet değil! Marifet canlı kediye bakmak. Türü yalnız bize ait olan bu kedilerin bakıcısını da eğitmek lazım. İlgililere sesleniyorum.
Van kedisine sahip çıksın.
Ayşe ŞENOK-İSTANBUL Suçlu, tepkisiz kalanlarda
‘ATATÜRKÇÜ bürokratlar, Tayyip mitingini (Rize) görmediler mi?’ diye soruluyor. Ne yazık ki o günlerde medyamızın gerekli tepkiyi göstermediğini söyleyebilirim.
12
Eylül askeri ve sonrasındaki sözde sivil yönetimin,
Türk-İslam sentezini esas alan ideolojisinin gereği olarak İslami hareketliliğe yaktığı yeşil ışık, bir kısım siyaset adamı ve bürokratlar tarafından çok iyi kullanılarak, bu sentez
İslami yanı ağır basan
İslam-Türk sentezi haline getirilmiştir. Eski Cumhurbaşkanı
Demirel'in
İslam birliğinden söz etmesi,
Kur'an'ın getirdiği nizami yaşamının gerektiğini savunması, dini eğitime önem vererek 28 Şubat öncesindeki 600'ü aşan
İmam Hatip okullarının yarısından fazlasını açmakla övünmesi ve nihayet
Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun yanlışlığını ileri sürmesi hep
12 Eylül'ün siyasal İslam'ın palazlanmasına neden olan yönetim süreci içinde olmuştur. Bu süreç de laikliğin
Kur'an ayetlerinde aranmasıyla başlamıştır.
Siyasal İslam'ın iktidara gelme şansının arttığı bu dönemde, bu yönetim içinde yer alabilme düşüncesi, zamanın siyaset adamlarının ve siyasi bürokratlarının bu ve benzeri İslami çıkışları karşısında sessiz ve tepkisiz kalmasını gerektirmiştir. Aynı süreç içinde
12 Eylül'ün Türk-İslam sentezi ideolojisine yatkın yetiştirilen ve kendilerine
'12 Eylül Atatürkçüleri' denen kesimden de ciddi sayılabilecek bir karşı tavır da beklenemezdi zaten. Birkaç yürekli gerçek
Atatürkçü de bu özel Atatürkçüler arasında seslerini duyuramamıştı.
Dr. Şerafettin YAMANER Şehremeni-İSTANBUL Durmuş’un kazığı
EN kahraman
'sağlıklı' bakanımızdan alın size bir bomba; özel hastanelerde bile 12.5-15 milyona bakılan
'otomatik hemagrom' tahlili
Sağlık Bakanlığı hastanelerinde kaça bakılıyor biliyor musunuz? Tam 20 milyon liraya! Peki bunun maliyeti ne biliyor musunuz? Tam 200 bin lira! İstediğiniz
Devlet Hastanesi'ne gidin hemagroma baktırın sizden 20 milyon lira alınacaktır. Herhangi bir özel hastanede ise bunun % 60-70'ine aynı tahlili yaptırabilirsiniz.
Benden uyarması.
Hüseyin DİZ-ORTAKÖY GÜNÜN SÖZÜ
‘‘Bir af yasasını bile elinize yüzünüze bulaşırdınız, 'Türkiye'yi yönetmeye hazırım’’ demeye hakkınız yok.''
(Ayberk İ.-GÖZTEPE)
MESAJ
BİRLEŞEN bankalardaki personel arkadaşlarımız toplam hizmet süreleri kadar tazminatlarını alırken biz
Etibanklılar hizmet süremiz ne olursa olsun (20 yıllık olanlar var) 3 senelik tazminat aldık. Dava açmamıza rağmen karşımızda
Etibank'ın tüzel kişiliği kalmadığından muhatap bulamıyoruz. Kanunda belirtildiği üzere bir işyerini satın alan firma personelin bütün özlük haklarını devralmasına rağmen geçmiş hizmetlerimiz yok sayılarak resmen gasp edilmiştir. Yeni bir iş bulmak için limit yaş olan 30 yaşında olmana mı yanarsın, işini kaybettiğine mi, 'Hukuk devletiyiz nasıl olsa hakkımızı alırız' diye düşünüp safdilliğine mi yanarsın artık sana kalmış.
Bizimle muhatap olacak biri yok mu acaba.
Gökhan KARABAT-KÜTAHYA