Paylaş
Batı insanının anladığı ve hassas olduğu tanıtma dili gerçek anlamda yapılan sanattır. Yani opera, bale, orkestra ve tiyatro sanatları ve onların sanatçılarıdır. Viyana operası, Paris operası, Londra Govent Garden Stad operaları şehirlerinin birer çağdaşlık simgesidir. Temsillere yabanlık elbiselerini giyerek giderler, astronomik ücretteki biletler de aylar öncesinden bitmiştir. Sanayici işadamları, dernek, kuruluşlar ve holdingler sponsorluk için yarışırlar; amaç tektir... Uluslararası ilişkilerde ve kendi toplumlarında bir ayrıcalık ve güven duygusunun getirdiği o inceliği kendilerinde yaratmaktır. Dikkat edin! Dünyayı meşgul eden mega olaylar (Dünya Futbol Şampiyonası Tokyo Olimpiyatları vs.) başlaması ve bitimleri hep bu yazdığım sanat ve sanatçı kişilikler tarafından noktalanmıştır. Güzellik ve ahenk insanın yetkinliğinde saklı birer ayrıcalıktır. Sanatın amacı, erdemlilik aşılamak, iyiyi, güzeli kavramak, topluma ahlaki değerleri anlatmaktır. Bu prensip ve düşüncede olan işadamları ve holdingler artık bünyelerinde sanat ve sanatçıya kucak acıyor, maddi ve manevi destek veriyor. Bunların başında 31.3.2007 akşamı Ankara Opera binasındaki 'Kuğu Gölü' temsilini kapatarak görkemli bir şekilde 30'uncu yılını kutlayan Akfen Holding çekiyor. 4 perdelik Kuğu Gölü balesi dansçılar açısından fiziksel olarak zor ve yorucu ise de seyredilmesi de o derece çekici ve insanları başka dünyalara ve güzelliklere götürme açısından bir başka ayrıcalık... Bu ayrıcalığı Sayın Kültür ve Turizm Bakanı'na ve gelen misafirlerine yaşattığı ve sunduğu için Hamdi Akın Bey'e ve eşine sanat adına teşekkürler.
Dünyada bu şekilde sanata ve sanatçıya desteğin yoğun olduğunu bilen bir bale sanatçısı olarak, bir işadamının ve eşinin 30. yıllarını bu şekilde kutlamaları ne güzel bir sürpriz. Darısı bu gibi çağdaş, modern görüşleri yansıtan ve önayak olan diğer kuruluşlara. Örnek güzel olayı yayınlayacağınız düşüncesiyle...
Oğuz ÖZLEM- ANKARA
GÜNÜN UYARISI
"Andıç yazmak mı daha büyük suçmuş, yoksa vatana ihanet mi, hep birlikte göreceğiz... Burnunuza sürülecek aklınız varsa, Amerikan filmlerindeki gibi yapın ve 'susma hakkınızı' kullanın!.."
(Fatma Sibel Yüksek)
Türbana girmek isteyenlerle çıkmak isteyenleri tartıştıralım
(Şeriat'ın geçerli olduğu Kuveyt'te Eğitim Bakanı Nuriye El Şubai türbansız yemin etmek isteyince engellenmiş, buna rağmen Şubai yemin ediyor ve Meclis Başkanı da "Türban gerekmiyor" diyerek yemini geçerli sayıyor. Dünkü VATAN...)
TÜRKİYE'nin doğusunda yer alan Müslüman ülke kadınları başlarındaki türbanı atabilmek için büyük bir mücadele verirken, bizim bazı kadınlarımız türban takmak için mücadele ediyor. Benim önerim; başına türban takmak istemeyen doğuda yer alan Müslüman kadınlarla, türban takmak isteyen kadınları bir sempozyumda bir araya getirterek kozlarını paylaştırmak... Belki bir taraf öbür tarafı ikna eder. Sonuçta başını açmak isteyenler Müslüman kadınlar, örtmek isteyenler de Müslüman. Böyle bir sempozyumun cidden ilginç ve enteresan sonuçları olabilir.
Dr. İbrahim Hüseyin YÜCER
Biliyor musunuz
DYP Samsun eski Milletvekili ve Tekel'den sorumlu Devlet Bakanı Nafiz Kurt'un, İsviçre'de bir bağırsak ameliyatı geçirdiğini ve durumunun iyi olduğunu... ÜNİVERSİTE Öğretim Üyeleri Derneği'nin, Prof. İhsan Doğramacı'yı, 'özgür, özerk, demokratik üniversiteyi yok etmekle" suçlayarak, TBMM'den verdiği onur ödülünü iptal etmesini istediğini... TRABZON'a atanan eski Sakarya Valisi Nuri Okutan'ın başlattığı '3. Sakarya Çocuk ve Gençlik Edebiyatı, II. Sakarya Çocuk ve Gençlik Yayınları Günlüğü'nün 6-13 Nisan tarihleri arasında yapılacağını... GTP Genel Başkanı Tuna Bekleviç'in, AKP'li Mehmet Dülger'in cumhurbaşkanı adayı gösterilmesine ilişkin tüm milletvekillerine mektup gönderdiğini... KASIMPAŞA'da, Mimar Sinan'ın ünlü Piyalepaşa Camisinin bahçesindeki, daha önce Süleymancılara ait olduğu öne sürülen kuran kursunun -şimdi öğrenci yurdu- bulunduğu müştemilatın Koruma Kurulu'nun yıkılması kararı üzerine İdare Mahkemesi'nden yürütmeyi durdurma kararı alınmasına karşın dün Büyükşehir Belediye ekipleri tarafından yıkıldığını...
Cumhurbaşkanı seçimi: Ruhta ve dilde
SAYIN Başbakanım... Önünüzde iki seçenek var. Bunlardan birisi; Kemalist ideoloji, diğeri ise İslam'ın yedi ideolojisi. Bunlardan birini tercih etmek zorundasınız. İkisi bir arada yürümez. Zaten din ve laiklik çatışması bundan kaynaklanmaktadır. Benim şahsi tespitim şudur: Sizin ruhunuzda, İslam ideolojisi; dilinizde ise Kemalist ideoloji var. Sayın Başbakanım: İşte bu olmaz. Bu iş böyle yürümez. Yazık olur bu güzel ülkeye. Sonra komşudaki yangın bize sıçrar. Allah’a yeminler olsun ki, bu çelişkiniz ülkeyi aydınlığa değil, karanlığa sürükler.
Duyarsız aydınlara değil, duyarlı aydınlara arz ederim.
Şamil YÜCEL
PANO
- GÖKSUN (Kahramanmaraş) İlköğretim Okulu rehber öğretmeni Zaliha Taşkın "Sorunumuz kütüphanemizi kitaplarla doldurmak. Bu bağlamda sizden okul kütüphanemize kitap yardımında bulunmanızı istiyoruz" diyor. zelihaogretmen@gmail.com; okul tel: 0344-714 10 54
- TRABZON'da, 'Kadınlar İçin Kadınlar Tarafından' projesi kapsamında gerçekleştirilen sergi 7 Nisan cumartesi günü Trabzon Mimarlar Odası'nda açılarak 30 Nisan'a kadar açık kalacak. www.kadinlaricin.org
- DYP Eminönü ilçe örgütü ve bir grup esnaf, değnekcilerin yerine Büyükşehir'in iştiraki olan ISPARK tarafından parkometlerin yerleştirilmesine karşı tepki gösterdi, "Eminönü'nde otopark mezarlığına kesinlikle izin verilmemesini" istedi.
- KARTAL Belediye Başkanı Arif Dağlar, İTÜ, DHKV-WWF ve TEMA'nın katkılarıyla 9 nisandan itibaren "Tehlike kapımıza dayandı. Bir damla su hayat kurtarır. Yurdumuza ve suyumuza sahip çıkalım"
kampanyasını başlatacaklarını açıkladı.
Petkim yabancılaştırılıyor
PETROL-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın, özelleştirme kararı alınmasıyla
Petkim'in yabancıların eline geçeceğini belirterek "İhale şartları, Petkim'in yabancılaştırılmasına işaret etmektedir. Bu Türkiye ekonomisi ve KOBİ'ler için yıkım olacaktır" dedi.
Sanayiimizin gücü olan Petkim'e sahip çıkılması gerektiğini bildiren Öztaşkın, ilginç rakamlar veriyor:
"Günümüzde 700 milyar dolar değerinde bir pazara sahip olan petrokimya sanayisi, dünya kimyasal ürünler pazarının %30'unu, toplam ticaret hacminin ise %8'ini oluşturmaktadır.
Genç bir sanayi dalı olan petrokimya sanayisi, hızla büyüyen ve yüksek katma değer yaratarak, ekonominin gelişmesine önemli katkı sağlayan bir üretim alanıdır.
Türkiye de, petrokimya sanayisine gelişmiş sanayi ülkeleriyle hemen hemen aynı dönemde girmiştir. Sanayileşme ve kalkınmanın itici gücü olarak kabul edilmiş ve 1965 yılında TPAO'nun öncülüğünde İzmit/Yarımca'da, 1. Petrokimya kompleksi/PETKİM kurulmuştur.
Zamanla artan talebi karşılamak amacıyla, 1985 yılında İzmir/Aliağa'da 2. Petrokimya tesisi kurularak devreye alınmıştır.
Petkim, Türkiye'de tek başına petrokimya sanayisini temsil etmektedir. 1990'lara kadar yurtiçi talebin %70'ini karşılarken, 11.09.1987 yılında özelleştirme kapsamına alınması nedeniyle, büyük kapasiteli, yeni tesislerin kurulması, Petkim'in tüm çabalarına rağmen engellenmiştir.
Diğer yandan, petrokimya sanayisinin rekabet gücünü artıran en önemli etkenlerden birisi, hem kendi içinde hem de ana ham maddeye (nafta) yönelik rafineri-petrokimya entegrasyonudur. Petkim'in rafineri bağlantısı da, 1990'lardan sonra giderek zayıflatılmıştır.
Tüm bu olumsuz uygulama ve yaklaşımlara rağmen Petkim, toplam 3.595 kişi olan yetişmiş ve nitelikli çalışanı ile dünya standartlarındaki ürün kalitesini koruyarak, üretimine ve tevsii yatırımlarına devam etmiştir.
Petkim neden apar topar satılmak isteniyor?
İktidara geldiklerinden beri, Türkiye'deki toplumun birikimi olan tüm varlıkları 'satılık' olarak gören AKP Hükümeti, seçim ortamına girilen bu süreçte; enerji özelleştirmeleri, Halkbank, Tekel fabrikalarının satışı ve Sosyal Güvenlik Reformu gibi seçim tartışmalarında kendilerine karşı kullanılabilecek uygulamaları seçim sonrasına ertelerken, Petkim konusunda farklı bir tutum sergilemiştir.
16.3.2007 tarihinde, apar topar Petkim'in özelleştirmesi için ihale ilanı verilmiştir.
Hükümet, bu ilanla Petkim'i gözden çıkarmaktadır. İhale ilanında; ön yeterlilik başvurusunda bulunacak firmaların, sektörde uzmanlaşma ve tecrübe sahibi olmaları kriteri yer almamaktadır.
Yani, Petkim'de üretimin devamlılığının sağlanması, yeni yatırımların yapılması, dolayısıyla, istihdamın korunması ve yeni istihdamın yaratılması gözetilmemektedir.
Alıcı firmaların, sadece toplam öz sermayelerinin 150 milyon dolar, toplam varlıklarının ise 200 milyon dolar olması yeterli finansman kriteri olarak görülmektedir.
Oysa Petkim'in öz sermayesi, 1 milyar doların üzerinde olup, toplam varlıklarının değeri 1,3 milyar dolardır. Bu değerler, ihale ilanındaki finansman kriterlerinin 6,5-7 katı kadar büyüklüktedir.
Petrokimya sektöründe uzmanlaşmış ve güçlü bir finansal etkinliğe sahip olan dev sanayi kuruluşumuz Petkim'i, finansal ve teknik performansı yetersiz herhangi bir özel şirket ele geçirecektir.
YABANCILAŞTIRMA
Nisan 2005 tarihinde, Petkim'in % 34'lük kamu payı halka arz edilmiş, bu hisselerin % 24'lük kısmı ise yabancılara satılmıştır. Ayrıca, Türkiye'de Petkim gibi geniş bir ürün yelpazesinde üretim yapan entegre yapının gerektirdiği sermaye birikimi, bilgi, tecrübe ve teknolojik yeterliliğe sahip bir özel firma bulunmamaktadır. Avrupa pazarlarında ise bu ürünlerde, doygunluk ve arz fazlası bulunmaktadır.
Kendi dönemlerinde uygulanan özelleştirmelerde ısrarla Arap/Körfez sermayesine olanak sunan siyasi iktidar, bu kez de bu tür sermaye gruplarının Petkim'i ele geçirmeleri için gereken tüm kolaylığı sunacaktır.
KOBİLERE YIKIM
Petkim; plastik, kauçuk, lastik, tekstil, ambalaj ve kimya gibi katma değer ve istihdam yaratan sanayilerin gelişmesine öncülük yapmıştır. Geçmişte plastik ticareti, İstanbul merkezli az sayıda firma tarafından ve ithalata dayalı olarak yapılırken, Petkim'in kurulmasıyla plastik üretim ve ticareti Anadolu'ya yayılmıştır.
Türkiye'de, 5-6 bin dolayında ve çeşitli büyüklüklerde plastik-kauçuk firmaları bulunmaktadır. Bunların % 85-90'ı yurtiçi tüketime yönelik üretim yapan küçük ve orta boy işletmeler olup, ham maddelerini Petkim'den temin etmektedirler. Petrokimyasalların üretiminde tek kuruluş olan Petkim, kamusal niteliğini kullanarak, KOBİ'lerin hammaddeye ucuz ve kolay ulaşmalarını sağlamaktadır.
Petkim'in özelleştirilmesi durumunda, petrokimya sektöründe denetim ve kontrol özel şirkete geçecektir. Petrokimya ürünlerinin üretim miktarı, bileşimi ve fiyatları özel kesimin kar eğilimine göre belirlenecektir. Bu durumdan petrokimyasal ürünlerinin kullanıcıları ve ekonominin dinamikleri olan KOBİ'ler ve tüketiciler zarar görecektir.
ÜRETİM YERİNE TİCARET
Petkim'in; 14 adet ana üretim fabrikası, 8 adet yardımcı işletmesi ve 150 milyon m3 hacminde bir barajı bulunmaktadır. Petkim, iskele ve rıhtımı olan gelişmiş limanı ile hizmet vermekte ve 20 km2'lik faaliyet alanına, ticaret merkezlerine ve yurtiçi pazara ulaşımı sağlayan karayolu, demiryolu gibi büyük altyapı olanaklarına sahiptir. Geniş altyapıya sahip olan Petkim'in, yeniden kuruluş değeri 4-5 milyar dolardır. Değerinin altında satılarak, devlet gelir kaybına uğrayacaktır.
Ayrıca, petrokimya sektöründe 5. büyük pazar konumunda ve büyük bir nüfusa sahip olan ülkemiz, petrokimyasalların üreticisi olan ülkeler ve şirketler için cazip bir pazardır. Alıcı firmanın, Petkim'in altyapı olanaklarını kullanarak, üretim yapmak yerine bu tesisleri, ithal kimyasal maddelerin ticaretinin yapıldığı tank çiftliği haline getireceği endişesi taşımaktayız.
IMF MEMNUN EDİLİYOR
IMF tarafından sıkıştırılan hükümet, bu özelleştirme ile IMF'yi memnun etmek ve gelecek kaynağı da seçim için kullanmayı hedeflemektedir.
AKP iktidarı, Nisan 2005 tarihinde Petkim'in % 34'lük kamu payının halka arzından sağladığı 267 milyon doları, Petkim'e aktarması gerekirken, borç ödemesinde kullanılması için Hazine'ye aktarmıştır. Bu blok satıştan gelecek meblağ da seçim kaynağı olarak kullanılacaktır. Aynı zamanda, Petkim'in ihale ilanı ile IMF'ye ve uluslararası finans çevrelerine özelleştirmelere devam edildiğinin mesajı verilmektedir.
Petkim; 2006 yılında, pazar payını artıracak olan 437 milyon dolar değerindeki yatırımlarını tamamlamıştır.
2,2 milyon ton petrokimyasal ürün üretimi, 1,6 milyar dolar ciro, 5 milyon dolar vergi ödemesi, 41 milyon dolar net kar gerçekleştirmiştir.
PETKİM, yatırım ve personel harcamaları dahil tüm giderlerini kendi özkaynaklarıyla sağlayan ve devlete hiçbir yükü olmayan, güçlü bir sanayi kuruluşumuzdur.
Türkiye sanayinin itici gücü olan Petkim'in yeni tesisler kurma gücü bulunmaktadır.
Türkiye'nin yeni Petkim'lere ihtiyacı vardır.
Petkim'e sahip çıkalım, üretimin meşalesi sönmesin!.."
Erdoğan ne demek istiyor?
GEÇEN günlerde 'Yerel Yönetimlerde Kadın Şûrası' toplantısında konuşan Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan dikkat çeken şu sözleriyle merceği yine üstüne çekti.
"Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Bakın bu çok önemli. Bunlardan biri olmadığı zaman o ülkede devlet noksandır. Ve biz noksan bir devlet istemiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti laik devlettir; bu yanlış bir ifade. Bu eksiktir. Tarihe baktığımız zaman birçok devlet laik. Hitler Almanya'sı da laikti. Biz, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletiyiz."
Sayın Tayyip Erdogan, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk önce demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu zaten herkes biliyor ve bunu yalanlamıyor. Peki ya bu sözlerle ne demek istiyor sayın Başbakanımız veya halkına hangi mesaji iletmeye çalışıyor?
Bu ilk bakışta çok basit duran sözlerin, aslında çok ciddi içeriğini aydınlatmak için, ünlü bir Alman bilimadamının bulmuş olduğu bir 'komünikasyon modelini' sizlere tanıtmak istiyorum.
Friedemann Schulz von Thun'un teorisine göre, her 'iletinin' dört ayrı mesajı vardır.
Birincisi olayı veya durumu anlatırken, ikincisi kasıtlı veya kasıtsız bir şekilde iletiyi söyleyen kişinin duyguları ve motifi hakkında bilgi verir. Üçüncü, safhayı söyleyenin veya konuşanın karşısındakiyle irtibatını kurar. Son olarak da sözlerinin 'apeli' önem taşıyordur.
Bu kapsam altında Erdoğan'in yapmış olduğu yorumu tekrar gözden geçirirsek, ne demek istediğini belki de daha iyi anlayabiliriz. Özellikle, Türkiye Cumhuriyeti laik devlettir.. "Bu yanlış!" cümlesinde ses tonu dikkat çekici bir şekilde yükseldiğinde, iletmek istediği esas maksadın da sinyallerini verdi. Sonrasından geçikmeli bir şekilde gelen "Bu eksiktir" eklemesinde, ondan önceki dediĞi cümlenin böylece gölgesinde kalmış oldu.
Türkiye'deki 'laikliği' anlamak için, Almanya'daki nasyonal sosyalizmdeki rejimi öne sürerek direk bir kıyaslama yapması çok saçma ve provokatif... Ama bu kıyaslamayla ve argüman stratejisi ile Erdoğan'ın üstünde durmak istedigi pozisyonu da anlamak mümkün.
Erdoğan'ın hitap ettiği gibi 'Hitler-Almanyasi'nı laiklik konusunda anlamak için,
o dönemdeki, yani 1933 yılında oluşturulmuş 'Reichskonkordat' Yasası'ndan da bahsetmek lazım. Hitlerin totaliterce uygulanan politikasında, dini kurumları olaylardan uzaklaştırmak amaçlı
müdahale şeklinin ve buna bağlı aşırı ve radikal milliyetçilik karakterinin Türk ve Kemalist anlayışında yer alan laiklik karakterininden çok uzak olduğunu dile getirmek ve vurgulamak lazım. Yani demek istediğim, eğer Erdoğan, Türkiye'deki laikliğin doğru bir biçimde anlaşılması için
bu kadar kara ve trajik bir dönemin politikasindan örnek veriyor ise Türkiye'nin laikliğini bir sekilde eleştiriyor demek. Bu eleştiri açık bir şekilde ortadadır.
Hitler'in dini arka plana attığına dikkat çeken Erdoğan, sanki bu hadiseyle birilerine nasihat ve uyarılarda bulunmaya çalışıyor. Sanki 29.10.1923 yılında kurulan Türk Devleti'de bir 'Tek-Parti-iktidarıydi' diye uygunsuz bir şekilde paraleller arıyor. Amaç ve sonuç önemlidir.
Eğer bu kadar yanlış ve aynı zamanda münasipsiz bir kıyaslamayı kasıtsız bir şekilde olsa bile yapıyorsan, Türkiye'nin aydınlandığı, modernleştiği ve karanlıktan çıktığı büyük bir adımı umursamıyorsun demektir. Bir ülkenin doğusuyla, bir ülkenin batısı arasında çok büyük bir fark vardır.
Sümer UYSAL-KÖLN
TEDAŞ Göcek'te ne yapar
GÖCEK'te bir pazar günü nasıl geçer size anlatayım. Sabah kalkış, elektrilerin gidişi. Ve saatler süren bekleyiş. Ulaşılamayan TEDAŞ yetkilileri... İki saat boyuncada her 5 dakikada bir elektrikler gelir-gider, gelir-gider. Evdeki tum cihazlariniz voltaj düşüşünden bozulur. Bu her mevsim olan bir olaydır burada. Yazın turistler gelir, sizler onlara makinalarınız çalışmadığı için bir 'cappuchino' hazırlayamazsınız. İşyerlerinizde terlersiniz. Hayat bir koca gün durur.
TEDAŞ onarım mı yapıyordur, arıza mı vardır, Fethiye'yi ararsınız ama telefonlara cevap alamazsınız.
Size garanti verebilirim ki bu yarın da olacak, sonraki gün de...
Seda Pulcu WEST
'Zede'lerden yakınmalar
- BİZLER, 11.2.2001'de BDDK tarafından faaliyetleri durdurulan İhlas Finans Kurumu'ndan alacağı olan ve 7 yıldır parasını alamayan mağdur mudileriz. Kurum, hani borçlarının tamamını 5 yıl içinde ödeyecek ve tasfiye işlemi tamamlanacaktı.
6 yıldır mağduruz; hala 88 bin mudi 5 kuruş para alabilmiş değiliz.
Verilen sözler ne oldu, kul hakkını unutmayın.
Fitre, zekat değil sadece 'Enver Abi'nin güveniyle toplanan paramızı, hakkımızı istiyoruz.
İsa ERTEM- ihlaszede.com
TAHVİLZEDELERDEN
- BEN 4.5 yıldır haksızca parası gaspedilmiş bir devlet tahvilzedeyim.%300 kaybımız olmasına rağmen paralarımız ödenmedi. BDDK ve SP'ya açtığım davaları kazanarak haklılığımız tescil edilmesine rağmen paramız ödenmektedir. Oyalanmaktan bıktık artık. İnsaniyet namına yardım edin. Adalet size de bir gün lazım. İyilik eden iyilik bulur. Bu arada kulu sadece Cenab-ı Allah yargılar. Cezayı da o verir. Yanlış varsa o sadece kulu bağlar, başkasını değil.
Turgay ONAL
2002'de 224.4 bin lojman varken bugün bu sayı 234.3 bine yükseldi
BAĞIMSIZ Eğitimciler Sendikası Genel Başkanı Gürkan Avcı, "Hükümetin lojman saltanatına artık dur demesi gerekir" dedi.
Avcı, Türkiye'nin lojman ve sosyal tesis zengini olması yanı sıra bu imkanlarını çalışanlarına adaletsiz bir şekilde faydalandırdığını söyleyerek "Milli Eğitim Bakanlığı 57 bin 165 lojmanla kamu kuruluşları arasında birinci sırada yer almaktadır. Lojmanlardan eğitimin mutfağında çalışan, eğitim sisteminin asıl mimarı olan öğretmenler yerine, çoğunlukla bürokratlar ve yöneticiler faydalanıyor. Milli Eğitim Bakanlığı bu lojmanlara her yıl trilyonlarca bakım, onarım, boya ve tadilat masrafı yapıyor. 900 YTL maaş alan öğretmenler ayda 400-500 YTL kira verirken, lojmanda oturan ve 2.000 - 2.500 YTL'nin üzerinde maaş alan bürokratlar ise ayda 50 - 150 YTL gibi komik bir ücret karşılığı bu lojmanlarda sefa sürüyor. Biz bu lojmanların satılmasını istiyoruz. Bu lojmanlar evi olmayan öğretmenler ve diğer eğitim çalışanlarına kira öder gibi uygun taksitlerle satılma yoluna gidilmelidir, dedi.
Devletin lojmanlardan tahsil ettiği kira gelirinin, lojmanların bakım, onarım ve müteahhit giderlerine bile yetmediğini söyleyen AVCI, "Kamuya ait lojman ve sosyal tesislerin satışının her dönemde gündeme gelmesine rağmen bir türlü bu projenin hayata geçirilememesinin, hükümetin "konsantrasyon" sorunu yaşadığının belirtisi olduğunu söyledi.
Çoğunlukla üst düzey yöneticilerin ve bürokratların istifade ettiği lojman saltanatına son verme sözü veren hükümetin, lojman ve sosyal tesis sayısını beklenenin aksine azaltmayıp artırdığını ve bürokratlarını lojman kıyağı ile ödüllendirdiğini söyleyen AVCI, "Bütçeden lojman ve sosyal tesislere aktarılan kaynak ve harcamaların dudak uçuklatacak düzeyde olduğunu söyleyerek, "üst düzey yöneticilerin ve bürokratların istifade ettiği lojman saltanatına hükümetin artık dur demesi gerekmektedir" dedi.
Paylaş