Paylaş
“Belediye başkanı olduğunda, ‘71 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca Ankara’da kişi başına düşen yeşil alanın 2 metrekare’ olduğunu belirten Başkan Gökçek, şu anda bu oranın kişi başı 19 metrekareye yükseldiğini ifade etti. Bu geçen sürede nüfusun da iki kat arttığını hatırlatan Gökçek, ‘Nüfus artmasa idi yeşil alan kişi başına 38 metrekare olacaktı. Bir başka deyişle biz 71 yıllık Cumhuriyet tarihinde üretilen yeşil alanı her sene Ankara’ya ilave etmişiz.’
Gelelim ufak bir araştırmayla ulaşılabilen gerçeklere...
Ankara’nın 1994 nüfusu 2.7 milyon.
Ankara’nın 2014 nüfusu 5.0 milyon.
1994 yılında var olan sadece Atatürk Orman Çiftliği (21 kilometrekare) hesaba katılırsa 21 milyon metrekare/2.7 milyon=7.8 metrekare kişi başına yeşil alan oluyor. Yani 1994 hesabı yanlış.
1994 hesabına ODTÜ Ormanı (30 kilometrekare) neden dahil edilmemiş, bu da başka bir sorun.
Gelelim 2013 hesabına:
Gökçek 2 metrekare x 2.7 milyon = 5.4 milyon metrekare olan yeşil alanı 19 metrekare x 5 milyon = 95 milyon metrekareye çıkardığını iddia ediyor. 20 yılda 90 milyon metrekare yani 90 kilometrekare yeşil alan oluşturduğunu söylüyor. Bu alanı kafamızda canlandırabilmek adına iki örnek vereyim.
-90 kilometrekare Ankara’dan Polatlı’ya kadar 1.2 kilometre eninde bir yol demek.
-90 kilometrekare, kenarları 9.5 kilometre olan bir kare demek.
Gökçek zamanında yapıldığını bildiğimiz yeni yeşil alanlar:
Harikalar Diyarı (1.3 km2), Göksupark (0.5 km2), Dikmen Vadisi (1 km2), Mogan Park (0.6 km2)
Geri kalan 86.5 km2 alanın nerede olduğunu çok merak ediyorum!
Gökçek’in 1994-2013 hesabı iki varsayımla gerçek olabilir:
-Büyükşehir’in genişleyen alanı sebebiyle 1994 hesabında şehir merkezinde olan (ODTÜ, AOÇ) ve olmayan ormanlar (Beynam, kuzeybatı ormanı gibi) 2013’te hesaba katılmıştır.
-Ankara ili içinde Orman Bakanlığı’nın tüm ağaçlandırma çalışmaları hesaba katılmıştır.
-Melih Gökçek kendisine sorgusuz sualsiz inananları hesaba katarak desteksiz atmaktadır.
Ankara’da, Gökçek zamanında oluşturulmuş toplam 90 km2 büyüklükte bir yeşil alan ispat edebilen varsa, ben özür dilemekle kalmayıp oyumu da gidip Gökçek’e vereceğim.
Araştırmayı yaparken belediyenin www.anfaaltinpark.com.tr/ sitesinde bir yalana daha rastladım:
“Avrupa’nın en büyük parkı olan Harikalar Diyarı Ankara’nın Sincan ilçesinde bulunmaktadır. 05.10.2004 tarihinde faaliyete geçen bu parkın toplam kullanım alanı 1.320.000 metrekare (1.3 kilometrekare)dir.”
Keşke Avrupa’nın en büyük parkı Ankara’da olsaydı ama Gökçek yönetiminde bu mümkün değil maalesef. (Aşağıda Wikipedia’dan aldığım bilgilerle Avrupa’da bildiğim birkaç parkın alanını yazdım. Yorum sizin!
Tiergarten Berlin 5.17 kilometrekare, Englischer Garten Münih 3.73 kilometrekare, Hyde Park Londra 2.53 kilometrekare.)
Ali Orkun ALPASLAN
Mühendis
Hırsızlığa imreniyorlar
SADECE bazı siyasetçilerin değil, onları seçenlerin de ahlak sorunu var. En önemli toplumsal sorunumuz da bu... Bunlar hırsızı seviyorlar, çünkü hırsızlığa imreniyorlar. Ancak hırsız yakalanır veya gözden düşerse “Vay hırsız” diyerek bir tekme de bunlar vuruyor. Bunlar ahlaksız! Çünkü bir gün ellerine fırsat geçerse, bir gün kendileri de mevki sahibi olursa hırsızlık yapacakları bilinçaltlarına işlenmiş durumda. Bu nedenle hırsızı kolluyorlar, bu nedenle “Adam çalıyor ama çalışıyor” diye kendi ahlaksızlıklarını, kendi potansiyel hırsızlıklarını gizlemeye ya da haklı çıkarmaya çabalıyorlar. Yoksa ahlaklı insanların hâkim olduğu bir toplumda hırsızlık prim yapabilir mi?
Prof. Dr. Tamer DODURKA-Veteriner Psikoloji Uzmanı
Emekli astsubaylar yürüyor
ANKARA’da Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği’nin (TEMAD) açlık grevi eyleminde bugün 11. gün... TEMAD’lılar 5 Mart’ta özlük haklarının iyileştirilmesi için başlattıkları ölüm orucunda seslerini hükümet ve Genelkurmay’a duyuramadıkları için Sıhhiye’den Abdi İpekçi Parkı’na yürüyüş başlatacaklar. TEMAD Genel Başkanı Ahmet Keser, “Özlük haklarımızın iyileştirilmesini talep ettik. Sorunlarımızı yetkililere ilettik, maalesef duyan olmadı! Yıllarca taleplerimizi ilgili kurumlarla paylaştık aslında... Duyan olmadı! Kendi ordusunun mensuplarını savaş meydanlarında değil sokakta ölüme terk edenler bu vebalin sorumlusu olacaklar” diyor.
Eylemciler de; ‘Ölüm Orucu’ eylemi verilmeyen, ötelenen haklarımız alınana ve ayrımcılıkla adaletsizliğe son verilene kadar devam edecektir” diyorlar. Ankara ve diğer il, ilçelerden gelecek TEMAD üyeleri bugün 11.30’da Anıtkabir’e yürüyecekler ve Abdi İpekçi Parkı’nda miting yapılacak.
‘Ücretsiz ulaşım’da bizi aldatıyorlar
İSTANBUL Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın aldığı bir kararla 65 yaş üstü vatandaşlar belediye taşıma araçlarından ücretsiz yararlanabileceklerdi. Şimdilik nüfus kâğıtlarını gösterip geçecekler, yakın bir gelecekte de evlerine özel bir kart gönderilecek denildi.
Ancak İETT’nin çift ücret aldığı hatlarda bu uygulama geçmiyor. Bu sabah Sinanoba-Mecidiyeköy seferini yapan 60 numaralı otobüste nüfus kâğıdını göstererek binen yaşlı bir beye şoför, “Bu araca binemezsiniz. Bu nüfus kâğıtları çift ücret alan otobüslerde geçersiz” dedi. Yaşlı adam diğer yolcuların önünde mahcup oldu. İnmek istedi. Ancak şoför bu seferlik binebileceğini söyledi. Değer mi Sayın Topbaş 1.5 lira için o yaşlı insanın bu mahcubiyeti yaşamasına?
AKP ekranları parselliyor:
TRT’nin yaptığı yanlı yayınlar RTÜK raporuyla ortaya konuldu.
RTÜK’ün muhalif üyeleri, AKP’nin TV ekranlarını muhalefet partilerine kaparak haksızlık yaptığını bildirerek tepki gösterdiler. AKP tarafından seçilen üyelerin hükümetten gelen ‘talimat’ üzerine kenetlenerek yasalara aykırı davranıldığını bildirildi. RTÜK 9 üyesinden AKP’yi destekleyen 5 üyesi; yani Davut Dursun (Başkan), Hasan Tahsin Fentoğlu, Taha Yücel, Hamit Ersoy, Nurullah Öztürk “Radyo ve TV kuruluşları, tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerine uygun davranmakla yükümlüdür” hükmünmden habersiz davranıyor.
RTÜK en az beş kişi toplanıp karar alabiliyor.
Başkan Davut Dursun, muhalif üyelerin temel üye olarak üyeliklerinden doğan haklarını bile oya sunuyor. Muhalif üyelerin dün yaptıkları basın toplantısı ‘kişisel olduğu’ iddiasıyla RTÜK toplantı salonunda yapılmasına izin verilmedi. Süleyman Demirkan ve Ali Öztunç’ün, muhalefete ekranların kapatılması konusundaki yanlışlığı dile getirdikleri basın toplantısında RTÜK’ün İzleme ve Değerlendirme Raporu’nu açıkladılar. Buna göre, TRT, 22 Şubat-2 Mart arasında toplam yayın süresinin 13 saat 32 dakikasını AKP’ye ayırırken, muhalefete 2-48 dakika yer verdi. TRT Haber, mitinglerden kesitler yayımladığı seçim yayınlarının toplam yayın süresinin yüzde 89.52’sini (13 saat 32 dakika) AKP’ye, yüzde 5.29’unu (48 dakika) MHP ’ye, yüzde 4.96’sını (45 dakika) CHP ’ye, yüzde 0,22’sini (2 dakika) BDP ’ye ayırdı.
Küçük bir araştırma yaptık.
TBMM Genel Kurulu’nda bütçe görüşmelerinde, 11 Aralık 2013’te Bülent Arınç şöyle demiş:
“Kamu yayıncısı olan bir kuruluşun şüphesiz tarafsız olması lazım, objektif olması lazım, kamu yayıncılığı ilkelerine uygun hareket etmesi lazım. (...) Adayların takdimi, adayların methedilmesi, TV ekranlarında birtakım görüntüler yayınlanması... Buna müdahale ettim arkadaşlar. Müdahale ettikten sonra Büyükşehir Belediye Başkanı adaylarının yayınlanmasını takiben alt yazı olarak geçmeye başladı. Bütün bu uygulama yanlış da olsa biz bunu hissediyor ve ona göre tedbirlerimizi alıyoruz.”
CHP Ankara Milletvekili Gülsün Bilgehan, Bülent Arınç’a bu konuda bir soru önergesi veriyor.
Okurlarımızı bilgilenmek amacıyla şu bilgileri vermek istiyoruz:
Yerel yönetimlerle ilgili seçim süreci 1 Ocakta başladı.
YSK’nın 605 sayılı kararına göre, ‘Radyo ve TV kuruluşları, tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerine ilkelerine uygun davranmakla yükümlü... Tek yönlü taraf tutan yapamazlar... Bu kuruluşların yayınlarında demokratik kurallar çercevesinde siyasi partiler arasında fırsat eşitliğini sağlamak zorundadırlar.
Yani YSK’nın emri böyle...
Seçim dönemi yayınları ile ilgili olarak RTÜK yasası ile siyasi partiler ile demokratik gruplar, tek yönlü ve taraf tutan nitelikte olamaz...
RTÜK, anayasal bağımsız bir kuruluştur.
Yasa koyucu diyor ki:
“Partiler ve adaylar arasında konusunda seçmenin serbestçe kanaat oluşumunu sağlayacak bir bilgilenme ortamı olması gerekiyor.”
Seçimler, demokratik yönetimin en önemli aracıdır.
‘Babasının gölgesinde kalan, çiçek açamayan oğullardan değildi Mehmet Gün...’
İSTANBUL ve Ankara Operalarını kuran, İKSV’yi yaşama geçirip İstanbul‘u dünya sanatı ile tanıştıran Aydın Gün‘den sonra oğlu Mehmet Gün’ü de gönüllü sürgün olduğu Berlin’de kaybettik.
Babasının gölgesinde kalan, çiçek açamayan oğullardan değildi Mehmet Gün... O yüzden onu babası ile anmakta bir sakınca görmüyorum. Birbirlerine derin bir sevgi ve hayranlıkla bağlıydılar; birlikte anılmak onları ancak çok ama çok sevindirir..
Mehmet Gün, Ankara ve İstanbul operalarını Carl Ebert ile birlikte kuran opera sanatçısı Aydın Gün ile lirik soprano Azra Gün‘ün oğlu olarak İstanbul‘da doğdu... Doğum sırasında yaşanan bir komplikasyondan sonra yaşam boyu peşini bırakmayacak sağlık sorunları ile yaşamaya mecbur kaldı... Sayısız kalp ameliyatı geçirdi, sırtındaki kambur kalbini ve akciğerlerini hep baskı altında tuttu.
Ama Mehmet Gün inanılmaz yaşam ve sanat sevinci ile bu baskılara asla boyun eğmedi; ilk adımını opera kulislerinde atan bir bebek olarak sanat hep yaşamının merkezi oldu... Zaten Gün ailesi yaşamları boyunca ev almaya, evi mobilya ile doldurmaya, kılık kıyafete tenezzül etmedi, evlerinin içini hep kitap ve müzik ile doldurdular, hep sanattan konuştular..
Aydın Gün, İstanbul ve Ankara Operalarından sonra 1970’li yıllarda İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nı hayata geçirmesi için Nejat Eczacıbaşı tarafından İstanbul‘a davet edildi, bu davete icap etti ve İstanbul’u bu bir dünya kenti yapacak kültürel oluşumla buluşturdu; dünyanın en büyük müzisyenlerini, sinemacılarını, tiyatrocularını ayağımıza getirdi...
İSTANBUL’U YENİDEN “DÜNYALI” YAPMAK
Hatırlıyorum, 12 Eylül’ün karanlık, korku dolu atmosferinden sonra Sinema Günleri ile nefes almış, Beyoğlu ile yaşama dönmüş, Şili‘nin faşizmine başkaldıran İnti İlimani‘yi, Bob Dylan‘ı, Joan Baez‘ı ve daha yüzlercesi ile coşma şansını yakalamış, Bienal sözcüğünü günlük dilimize sokmuştuk; sanki o boynu bükük halimizden çıkmıştık...
Hürriyet Gazetesi‘nin ‘Bir Festivalimiz eksikti’ diye manşet attığı yıllardı, seyirci ve sponsorlar dışında hemen kimseden destek göstermediği bir ortamda İstanbul‘u “dünyalı” yapmanın bedelini Aydın Gün, 90’lı yıllarda Vakıf’tan gönderilerek ödedi. Bu, Gün ailesi için derin bir dram oldu, Mehmet kırgınlığını Avrupa kentlerinde aşmaya çalışırken Aydın Bey ülkesinden vazgeçemedi, önce Cemal Reşit Rey’i programımıza soktu, sonra da Yapı Kredi Kültür Sanat Festivalini, ama kırgındı, hem de çok...
Mehmet bu sürece anne-babasını yaşadığı Berlin‘e yerleştirerek son verdi ve gönüllü sürgünlükleri yaşamlarının sonuna kadar sürdü. O kadar ki ana-oğlu Aydın Gün‘ün cenazesine katılmak için bile bir daha Türkiye’ye ayak basmadılar.
Ama tüm bunlar Mehmet‘in üretimini yavaşlatacağına hızlandırdı dünyanın sanat başkentlerinde onlarca sergi açtı, resimleri Tokyo’da bile astronomik fiyatlarda alıcı buldu.
Mehmet‘in 1986 yılında açtığı Purple Rain sergisinde Prince‘in ünlü şarkısına giydirdiği olağanüstü tablolardan üçü Guggenheim Müzesi‘ne seçildi. Purple Rain‘den sonra New York‘a yerleşen sanatçı 1992 yılına kadar burada yaşadı. Sonra Roma, Paris, Londra derken yeniden Berlin‘e yerleşti. New York merkezli çalışmaları daha çok video temeline dayanan Mehmet Gün’ün fotoğrafları ise ortaçağ Hollanda’sının karanlığını çağrıştıran, tiyatro sahnesi gibi kurgulanmış, bazen tablolarının bile önüne geçen işler oldu..
ŞOSTAKOVİÇ RENKLENDİRİLEBİLSE
Geçen ay Berlin ve Barcelona‘da eş zamanlı 40 büyük ölçekli işini sergileyen sanatçı için İtalya‘nın önemli bir resim eleştirmeni şöyle yazmıştı : “Babasının ölümünden sonra Gün’ün resminde farklı etkileşimler başladı. Her tablodan ayrı bir melodi çıktı. Mehmet Gün’ün işleri gerilimin, çığlığın, şiirin ve müziğin buluşması gibi. Sanatçının neredeyse romantik bir biçimde diyebileceğimiz bütünleyici yaratma çabası devam ediyor. Beyaza yerleştirilmiş uçuşan kırmızılar, pembeler, sarılar, griler... Şostakoviç renklendirilebilse ortaya bunlar çıkardı herhalde...”
Ayça ATİKOĞLU-T24
Paylaş