Paylaş
Sempozyumun yapıldığı yer ‘Lüleburgaz Yıldızları Kadın Akademisi’ adını taşıyor. Her türlü etkinliğe uygun bir yapı; kütüphanesi de var, oteli de... Dört dönem belediye başkanlığı yapan geçen dönemin belediye başkanı Emin Halebak tarafından akademik yarışma ortaya çıkarılmış. Spor, sanat ve lezzet akademileri ile birlikte Türkiye’de örneği yok. Bu projeyi CHP’li belediye başkanları görmelidir.
Akademinin Lyka Fuaye Alanı’nda önce Ali Aslan’ın hazırladığı ‘Yerel Basında Göç ve Göç Fotoğrafları’ sergisini gezdik. Açılışta CHP’li milletvekilleri İlhami Özcan (Tekirdağ), Turabi Kayan (Kırklareli), belediye başkanları Murat Gerenli (Lüleburgaz), Ahmet Sarıkurt (Çorlu) ve Serdar Türker’i (Kaynarca) gördük.
Bizim yönettiğimiz 1. oturumda Ali Arslan ‘Göç Olgusu Sürecinde Lüleburgaz Belleği’, araştırmacı yazar/eski TRT’ci Metin Edirneli ‘1989 Zorunlu Göçü’, Başbakanlık Osmanlı Arşivi Uzmanı Yıldırım Ağanoğlu ‘Balkan Harbi ve Mübadele Sonrasında Yaşanan Göçlerin Muhacır ve Mübadiler Üzerinde Etkisi’, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Prof. Dr. Kemal Arı ‘Mübadele’, Marmara Üniversitesi’nden Dr. Neval Konuk Halaçoğlu ‘2. Dünya Savaşı Sırasında Selanik’ten Göç Eden Türkler’, Trakya Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hasan Dilan ‘Uluslararası Platformda Göç ve Suriye’ konularında bildiriler sundular.
Eski Milli Eğitim bakanlarından Prof. Dr. Necdet Tekin’in yönettiği 2. bölümde Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mehmet Hacısalihoğlu ‘1989 Göçünün Balkanlardan Türkiye’ye Göç Tarihindeki Yeri ve Önemi’, Kırklareli Üniversitesi’nden Dr. Hasan Demirhan ‘1984-1989 Yılları Arasında Bulgarların Türklere Uyguladığı Asimilasyon’, araştırmacı ve koleksiyoner Mustafa Gültekin ‘1935 Öncesi Kaçak Göçler’, Ege Üniversitesi’nden Doç. Dr. Cihan Özgün ‘Yakın Tarihimizde Rodos-İstanköy Adalarından Anadolu’ya Türk Göçleri Üzerine Saptamalar’, Ege Üniversitesi’nden Dr. İbrahim Hamaloğlu ‘20. Yüzyılın İlk Yıllarındaki İzmir’e Bir Yolculuk ve Bir Günlük’ ve Dr. Derya Genç Acar ‘Mübadele ve Türk Sineması’ üzerinde konuştular.
Belediye başkanı Dr. Gerenli, “Bulgaristan Türklerinin 1989 yılında maruz bırakıldıkları son derece acımasız göç olayı karşısında bizler soydaşlarımızı asla yalnız bırakmadık” diye konuştu.
(Göç konuşmalarından bazılarını da özet olarak vereceğiz.)
‘TÜRKİYE DELİK DEŞİK...’
İsveç’te uzun yıllar gazetecilik yapan Abdullah Gürgün, Milas’ta karşımıza ‘Bafalı gazeteci-yazar’ olarak çıktı. Burada maden çıkaran Milenyum şirketinin sahibi Murat Akgün’ü köşemizde yer alan sözleri için “Ilbıra’yı delik deşik eden madenci” olarak tanıttı.
Akgün’ün sözlerine köşemizde yer vermemiz nedeniyle bizleri ağır şeklide eleştiriyor: “Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış” ve “Dağdan gelen bağdakini kovarmış” diyor.
Özetle şunları söylüyor:
“Biz maden çıkarılmasına mı yoksa maden çıkarma bahanesiyle dağların, ormanların, bitki ve hayvanların talanına mı karşı çıkıyoruz? Biz Ilbıra Dağı Koruma Platformu (ILKOP) olarak ‘Senin yumruk atma hakkın var ama burnumu kırma hakkın yok’ diyoruz.
Bugün (16 Kasım) saat 08.40’ta gök gürültüsü gibi bir ses ve deprem gibi ev sarsıntısıyla uyandık. Gene dinamit patlatmışlardı. Biz mi art niyetliyiz, yoksa bu dinamitleri patlatan nereden geldiklerini bilmediğimiz kişiler mi? Benim, Ilbıra bölgesinde yaşayan halkımızın art niyeti ne olabilir? Şu: Dağımızı, taşımızı, ormanımızı, hayvanımızı, bitkilerimizi, suyumuzu, havamızı rahat bırakmalarını sağlamak.
Evet, ben çevreciyim, aktivistim, milliyetçiyim, halkçıyım, devletçiyim, devrimciyim, bağımsızlıkçıyım, Atatürkçüyüm. Bir ağaç dalını kestirmemek için köşkü taşıtan Atatürk’ün yolunu seçenlerdenim.
Ben doğadan, çevreden yanayım; elmastan, altından, tahribattan, talandan değil...
Ülkemiz Kurtuluş Savaşı’nda bu denli delik deşik edilmedi. Avrupa’nın en yüksek noktası Nordkap’tan arabayla gelin; Türkiye sınırına dek böyle tahribat göremezsiniz. Sınırı geçin, tüm Türkiye delik deşik... Böyle şeye nasıl izin verilir?
O taş değil (zultanit taşı), bu dağlar binlerce yıldır bize yurt oldu. Yiyecek, içecek, hava, hayat verdi. Bu dağların adı bizde ‘Goca Dağ’dır. Kutsaldır. Böyle talan edilmez. O taştan gelecek dövizden bir kuruş bizim cebimize girmiyor. Biz o dağdaki zeytinliklerden ekmek yiyoruz...
Gazeteciler gelsin baksın bakalım, o taşın arandığı yerler ne halde... Bakalım bir hayvan sesi, kuş cıvıltısı, arı, sinek vızıltısı duyabilecek mi!
Konu üyelerimiz tarafından Bafa Karakolu’na, savcılığa ve mahkemeye intikal ettirilmiştir. Savcılığa suç duyurusunu 500’den fazla imza ekleyerek sunduk...”
CELAL ‘NAİM’İN FİLMİNİ GÖREMEDİ
Spor yazarı Celal Demirbilek, bize göre Babıâli’nin kendi dalında en başarılı ve ilginç gazetecisidir. Onu kaybettik, Yeşilyurt Camisi’nde kılınan cenaze namazından sonra çoğu işsiz ve emekli olan gazetecilerle birlikte Topkapı Dedeler Mezarlığı’nda toprağa verdik.
Bir dönemin ünlü ‘protokol müdürü’ Adil Demirbilek’in oğluydu; Süleyman Demirel İstanbul’a her gelişinde kendisini karşılamasını isterdi.
Gazeteciliğe Cumhuriyet’te başlamıştı, daha sonra Hürriyet’e geçti. Son iki yılını da Karar’da geçirdi. Amatör sporların ‘piri’ idi, futbolu sevmezdi. Voleybol sporunu gençlere sevdiren onun yazılarıydı.
Bize göre önemli başarısı halterci Naim Süleymanoğlu’nun Türkiye’ye getirilmesi için taraflarla kurduğu ‘diyalog’ idi. Gazeteciliği sürecinde 13’ü TGC’den olmak üzere 198 ödül alması her gazeteciye nasip olacak bir başarı değil. Ödüller evde çok yer kapladığından eşi kendisine “Celal, yeter artık, eve ödül mödül getirme” diyormuş. Yazdığı haberler dileriz spor veya gazetecilik fakültelerinde tez konusu olur.
Paylaş