Gerçek bir first lady

MERHUM 6. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün eşi ressam Emel Korutürk’ün (98) vefatını dün Hürriyet’te ailenin verdiği ilandan öğrendik. Çankaya Köşkü’nü sanata ve kültüre açan bir sanatçı olan Emel Hanım kimdir?

Haberin Devamı

Ailesinin kökleri ‘Saray’a dayanıyordu; babası Selah Cimcoz, Atatürk döneminin çok önemli aydınlarından biriydi; İstanbul Milletvekilliği yapmıştı.

Aslen Eğin’li (Erzincan) olan Cumhurbaşkanı Korutürk’ün soyadını bizzat Atatürk vermişti. Emekli oramiral iken cumhurbaşkanı seçilen Korutürk, Türkiye’nin sıkıntılı bir döneminde (1973-1980) görev yaptı. Demirel-Ecevit çekişmesinde ‘demokratik’ çözüm istiyordu; nitekim 12 Eylül darbesini üzüntü ile karşıladı.

Dışa açık bir aile değillerdi Korutürk’ler; temsili görevleri dışında siyasetle ilgili değillerdi./images/100/0x0/55eaf6ecf018fbb8f8a21c85

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün hem basın müşavarliğini hem de sözcülüğünü yürüten Ali Baransel, Korutürk’lerin nasıl bir Cumhuriyet kişiliği taşıdıklarına tanıklık etmişti. Ali Baransel, Emel Hanım’ı şöyle anlatıyor:

- Emel Hanım gerçekten birikimli, donanımlı ve karizmatik bir first lady idi. Çok samimi, sevecen, alçak gönüllü ve özellikle de fıkra anlatmayı severdi. Aksine Fahri Bey, titiz daha az konuşan ve herkese karşı mesafeli bir kişilik sergilerdi. Dame de Sion ve Lozan’da okumuş; Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirmişti. 

- İbrahim Çallı Atölyesi’nde çalışmıştı. Akademideki sınıf arkadaşları Türk resim sanatının büyük ustaları olan Nuri İyem,  Avni Arbaş, Selim Toran ve Hulusi Mercan’dı. Fikret Mualla, İstanbul’da yaşadığı sırada Korutürk Ailesi’nin ilgi gösterdiği bir sanatçıydı. Hatta bu ilgi, Mualla’nın Fransa’daki ölümüne dek sürdü. Fransa’daki mezarının Türkiye’ye getirilmesini Emel Hanım üstlenmişti. Kendisine güzel bir mezar yapılması için Başbakanlığı döneminde Ecevit’ten ricacı olmuştu.

- Çok sosyal bir insandı Emel Hanım... Fransızca ve İngilizce’ye son derece hakimdi. Yurtdışı gezilerde gidilen ülkelerin devlet başkanlarının eşlerini bilgisi, birikimi ve vizyonu ile fazlasıyla etkilerdi. İran Şahı Rıza Pehlevi’nin eşi Farah Diba’nın İran gezisi sırasında Emel Hanım’a jest ve davanışları ile gösterdiği ilgi ve hayranlığı bizzat gözlemlemiştim.

- Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nden ayrıldıktan sonra Moda’daki evlerinde yaşamaya başladılar. Sade ve tasarruflu bir yaşam sürdürdüler. Emel Hanım, halktan biri gibiydi sanki; korumasız vapura ve otobüse biner, çarşı-pazarı dolaşırdı. Esnafla sohbet eder, çay içerdi.

- Çankaya Köşkü, Emel Hanım’ın döneminde adeta bir resim müzesi halindeydi. Köşkü sanatçılara açan ilk cumhurbaşkanı eşiydi. Nitekim Köşk’ün salonlarında ünlü Türk ve yabancı ressamların eserlerine yer vermişti. Bunların çoğunluğu kendisine hediye edilen tablolardı. Bunlar daha sonra Köşk’ün demirbaşına kaydedilmişti.

- Çankaya Köşkü’nde çiftin yaşadığı bölümlerde eşyalarını kendileri getirmişti; hepsi antikaydı; başta halı, avize, koltuk, masa, sandalye gibi...

- Korutürk çiftinin üç çocukları var; iki oğlu büyükelçiydi; Osman Korutürk -Şimdi CHP Milletvekili- ve Salah Korutürk... Salah Bey’in eşi,  İsveç’e 3 günlük resmi bir ziyarette bulunan Abdullah Gül’ü ağırlayan Stokcholm Büyükelçisi Zergün Korutürk’tü. Kızları Ayşe Korutürk ise gazeteci-yazar Nimet Arzık’ın gelini...”

Emel Korutürk’ün cenazesi, bugün Teşvikiye Camisi’nde kılınacak öğle namazından sonra Zincirlikuyu Aile Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

Haberin Devamı

‘Paran Kadar Sağlık’

Haberin Devamı

14 MART Tıp Bayramı’nı son yıllarda olduğu gibi bu yıl da buruk kutluyoruz. Daha iyi bir sağlık sistemi vaadiyle uygulamaya sokulan ‘sağlıkta dönüşüm programı’ her geçen gün sağlık alanında biraz daha tahribata yol açıyor. Hem yurttaşlar, hem hekimler ve sağlık çalışanları mutsuz. Koşullar herkes için olumsuz.
Ankara Tabip Odası mevcut durumu, sağlık ortamını, sağlıkta dönüşüm programını, yurttaşların ve hekimlerin içinde bulunduğu koşulları daha görünür kılmak için ‘Paran Kadar Sağlık’ adlı bir şarkı ve klip hazırladı.
www.youtube.com/watch?v=Twg-Gw6Oflk&feature=youtu.be

Eyvah! O sinek yine palmiyelere dadandı

AKDENİZ’de doğal olarak yalnız Girit Adası, Datça Yarımadası ve Kumluca-Finike’de yetişen özgün türdeki palmiyelere ‘kırmızı palmiye sineği’nin bulaşmamasını diledik yıllardır.

Neden mi? Bu sinek türü, Alanya’dan Antalya’ya, Bodrum’dan Adana’ya kadar uzanan on binlerce palmiyeyi içten emerek kuruttu.

Bu sinekle mücadele edilmesini bir uzman şöyle anlatmıştı:

“Bunlara napalm atsanız bu sineği yok edemezsiniz. Mücadele yöntemini çok dikkatlice yürütmek gerekir” demişti.

Aslında kırmızı palmiye böceğinin Mısır’dan ‘ucuz’ ithal edilen palmiyelerde görüldüğü söylenmişti.

Bu uzmanla daha sonra tanıştık... Adana Belediye Başkanı Aytaç Durak’ın danışmanı Nurettin Çelmeoğlu idi. Bize dün bir mektup göndermiş; diyor ki: “Bizim adeta komaya soktuğumuz kırmızı palmiye böceği, sadece ilgisizlik ve bilgisizlik nedeniyle tekrar tırmanışta. Güney Ege’yi bitirmek üzere ve yayılmayı sürdürüyor.

4 yıl önce kökünü kazımış olduğumuz Adana taraflarında bile yine ‘isbat-ı vücut’ eylediğini üzülerek öğrendim. Ne yazık ki ne bakanlıktan, ne de yerel yönetimlerden bir tepki olmadığı gibi bir çalışma da yok.

Demek ki bu anlamda duyarlı tek başkan Aytaç Durak’mış.

Verdiği yetki ve destekle uluslararası arenalarda, Adana ve Türkiye mücadele başarısı ile öne çıktı. İki kez onur konuğu olarak yurtdışı toplantılara katıldım ve Türkiye’de yapılan mücadelenin başarısını anlattım gururla.

Durak Başkan’ı da kısa süre sonra beni de taşıyamadılar. Paketlemiş olduğum özel arşivimi alıp ‘beb-ı belediye’den ayrıldım.

Başkan Durak’ın durumu malum; 82 müfettiş didik didik suç aradı, 3 yılı aşkın süre içinde. Görebildiğimiz kadarı ile ‘sadra şifa’ hiçbir şey bulunmuş değil. Merak ediyorum; 82’ncisi suç bulsa idi, 3 yıl boyunca inceleme yapan müfettişlere “Sen neden bulamadın?” diye soruşturma açılır mıydı!?

Peki ‘kırmızı palmiye böceği’ ne olacak?

Felaket kapıyı aşmış, avluya yayılmış.

Düşündüm, taşındım ve ‘uyarı’ için size başvurmanın uygun olduğuna karar verdim.”

Haberin Devamı

SELANİK SENDROMU...

ŞAHSEN ‘Selanik Sendromu’na tutulmuş vaziyetteyim. Şimdi nedir bu ‘Selanik Sendromu’ diyeceksiniz?

Osmanlıların tanımı ile ‘Hain’ Arnavut Kara Hasan Tahsin Paşa, Selanik’i tek kurşun atmadan düşmana teslim etmiştir. Doç. Dr. Nuri Yavuz bir makalesinde ‘Tarihi Türk Şehri Selanik’in kurşun atılmadan düşmana teslim edilmesi, Türk Ordusu’nun şerefli geçmişine ve Türk tarihinin büyüklüğüne sürülen bir kara leke ve komutaya da kötü bir örnektir” demektedir.

Yorgo Kırbaki’nin Hürriyet Gazetesi’nde 15 Temmuz 2012’de yazdığına göre,Arnavut Kara Hasan Tahsin Paşa, Selanik’te -şimdi Yunan Kara Kuvvetleri’ne ait bir müzede özenle korunan mezarında (bundan sonrası bana ait... cehennem zebanileri ile uğraşıyor. Ki bu mezara Yunanlılar tarafından sonra taşınmıştır. Bu paşaya Yunan’ın gösterdiği değere bakın!)

Yunan araştırmacı–gazeteci Alekos Orologas bu paşa için “O Selanik’in gerçek kurtarıcısı ve hayırseveri” diyor. Yani Türklerden tek kurşun atılmadan Selanik’i kurtaran (!) bir hayırsever... Yine araştırmacı–yazar Vasilis Nikoltsos’a göre, çok sevdiği Selanik’te kan dökülmesini istemiyordu ve bu nedenle de teslim protokolünü imzaladıktan sonra “Selanik kaybedildi ancak kurtuldu (!)” dedi. Sakın bizim topraklarımızın bir bölümü için aynı formulü düşünenler olmasın?

Ne mantık ama değil mi? Hain Arnavut Kara Hasan Tahsin Paşa’nın hayatta iki torunu var. Remzi Romanos Mesare ABD’de, mimar olan Şahin Seryios Mesare ise Yunanistan’da yaşıyor.

Bu paşaya, “Selanik’i savaşmadan teslim et” diyen etkili ve yetkili Türkler de var. Ama Yunan teslim aldığı şehirde, 10 yıla varmadan bunların mezarda kemiklerini bile bırakmamış.

Sonrada işbirlikçi ihanet; Türkiye’de, güzelim Türk şehri Selanik’in masonların, sabetayların, Musevilerin, Rumların kenti olduğunu anlatıp durmuş.

Biz Selanik’in Türkiye’de olduğunu ve bir de Türk şehri olduğunu unutup gitmişiz. Tıpkı Diyarbakır’ın, Hakkari’nin, Şırnak’ın, Erbil’in, Kerkük’ün, Musul’un, Süleymaniye’nin birer Türk şehirleri olduğunu unuttuğumuz gibi...

Haberin Devamı

Aslında bir de Şehit Hasan Rıza Paşa tarafından yürütülen ‘Şanlı İşkodra Müdafası’ var... Kahraman ve cesur bir asker olan Hasan Rıza Paşa, Padişah II. Abdülhamit’e hal edildiğini tebliğ edenler arasında bulunarak velinimetine ihanet eden ve aynı zamanda yardımcısı olan Esad Toptani adında Osmanlı Mebusan Meclisi üyeliğinde de bulunmuş bir Arnavut olan, Drac Mebusu’nun hazırladığı suikastle şehit edilmiştir. Böylece Osmanlı İşkodra’yı da kaybetmiştir.

Aslında benim ‘Selanik Sendromu’muma çok rahatlıkla bir ‘İşkodra Sendromu’ da eklenebilir. Ama biz kaldığımız yerden devam edelim.

Onun için kafasına Arnavut ‘Kelesh’i giyip PKK uzantılarının ayağına kadar gidip halay çekenler; bu ülke için Atatürk’ün dediği “Bu memleket tarihte Türktü, halde Türktür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır” sözünü unutmasın...

Özellikle de milli ve üniter bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ne, biz “Türk Milletine mensubuz” diye adeta yalvararak gelenler ki; bunların belgeleri mevcuttur, Kara Hasan Tahsin Paşalığa ve Esad Toptaniliğe özenmesin.

BDP milletvekili Emine Ayna “Türk askeri boşuna öldü” diyor. Eğer hain Arnavut Kara Hasan Tahsin Paşa’nın yaptığı gibi bölücü ihanetle müzakere yolu ile ülkemin toprakları; tek kurşun atmadan ve ‘Yeni Anayasa’ aldatmacısı ile “Türk Milletinin hükümranlığına son verilerek” peşkeş çekilecekse, evet Türk askeri boşuna ölmüştür.

Görüyorum ki, 100 yıl sonra da ülkeme Kara Hasan Tahsin Paşa ve Esad Toptani gibi hainlerin mantığı hakimdir. Onlar Selanik’i ve İşkodra’yı ihanetle düşmana teslim etmiştir. Ortaya saçılan İmralı tutanakları ile de aynı ihanetin bu gün de yürüdüğüne şahit olmaktayız. Bu sebeple Milli Şairimiz Mehmet Akif’i ve Mustafa Kemal’i tekrar tekrar okumaya ve anlamaya, her geçen günden daha fazla ihtiyacımız vardır. Onlar bize birliği, mücadeleyi ve milliliği işaret ediyor, küreselciliği ve teslimiyetçliği değil...
Özcan PEHLİVANOĞLU
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com


 

Yazarın Tüm Yazıları